JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

 akl i selim

Akl-ı Selimin Kalbe Hakim Olması İçin On Dokuz Düstura Riayet Şarttır - Mücahit Omurtay

Sayı : 101 - Mayıs 2016

 

Akl-ı Selimin Kalbe Hakim Olması İçin On Dokuz Düstura Riayet Şarttır

 

“O günde (kıyamette) ne mal ne de evlat faide verir. Meğer ki Allah‘a tamamen selametli bir kalble gelenler ola.” (Şuara 88-89) Ayeti kerimeden anladığımız kadarı ile faydalı olabilecek şey ancak Kalbi selim ve aklı müstakimdir. Bu ikisi dünyada kimde varsa kendisi saadeti ebediyeye kavuşmuştur. Demek bunlarsız maharet hiç ender hiçtir.

Selametli kalp şek, şüphe ve şirkten pak, bidatlardan ari, Peygamber tarafından tesbit edilmiş olan hüküm ve sünnetle mutmain mümin kalbidir.

Böyle bir kalbin içindeki akıl selimdir, selametlidir. Bu dünya hayatında insan bal arısı gibi alim olsa, örümcek gibi zarif sanatkar olsa, hatta karınca kadar maharetli olsa da ahirete nazaran bu maharetlerin hepsi boşa çıkar. Onun için bunun tahsili farzdır.

Aslında bu akıl kamildir, terbiyeye muhtaç değildir, on dokuz istek ve arzusu vardır.Arzularını yerine getirmese nefse mahkum olur, nefs vehmi kuvveti ile onu yanıltır, ya korktuğu kimseye taptırır ya da sevdiği kimseye. Ama zorluğa katlanarak bir insan aklına nefsine aşağıdaki beyan edeceğimiz ondokuz düsturla galip kılarsa, aklı beden şehrine hakim olur, nefs de gafletden uyanır ,akla itaat eder, cidden Allah’a kavuşur. Allah ona basiret, firaset, keşf verir. Haliyle ruh huzura kavuşur. Bu çalışmak ölüm gibidir. Bu ölümü tercih eden bir zatın kalbi, aklı ve nefsi ölmeden evvel uyanır, saadete kavuşur. Aksi takdirde uykuda kalır, gaflette kalır ve dalar, tabii ölümle uyanır. Amma bu uyanış faide vermez maazallah. Mesela kafirin ölüm anında imanı fayda vermez. Nitekim hukema şöyle buyurmuştur; “İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar.” Bazıları bu hadistir, bazıları da Hz. Ali’nin sözüdür demiştir. Her ne ise mevzuu bahsimiz aklın isteği olan düsturlardır.

Birinci Düstur Bir Tek Olan Allah’a İman Etmektir

“Ey iman edenler! Allahu Teala’ya ve O’nun Rasulü’ne cidden iman ediniz.” (Nisa 136) buyrulmuştur. Bu ayeti kerimede ilmen ve amelen cidden sebat üzere ciddi iman etmek ve imanda devam etmek aklın birinci arzu ve isteğidir. Aynı zamanda Allahu Teala’nın akla göstermiş olduğu birinci düsturdur. Yani; Ey zahirde iman edenler! ayetlerin bir kısmını isbat diğer bir kısmını inkar etmeyin. Hatta sizi şüphelere düşürecek umum sebeblerden sakının. İmanda yakininizi çoğaltın, namazla da yakininizi takviye edin.

Burada ayeti celilenin emrettiği imanın üç mertebesi vardır. Özeti şöyledir:

Birinci mertebe avamın imanıdır. Bu mertebede gayba iman eder, “Amentünün manasını öğrenir. Cibril hadisinde beyan olduğu üzere Allahu Teala’nın varlığı ve birliğine, meleklere, kitablara ve Allah’ın göndermiş olduğu tüm peygamberlere, ölümden sonra dirilmeye, cennet ve cehennemin varlığına, hayrın ve şerrin Allahu Teala’nın takdiri olduğuna inanmaktır.” diye inamaktır. Buna gaybi iman denir.

İkinci mertebe, imanın altı rükunları ile alakalı bir çok delilleri toplamak mertebesidir. Buna da istidlali iman denilir. Bu orta mesabedir.

Üçüncü mertebesi, imanı şuhudi, zevki, tahkiki mertebesidir. Bu mertebede insan kelime-i tevhidin icabı olan ibadeti yerine getirmiş, zikirle kalbini temizlemiş, güzel ahlakla ahlaklanmış, yüksek bir mertebedir. Birinci ve ikincide her ne kadar kalb iman ederse de arasıra nefs saldırır, inkar eder.

Bir tarafdan mümin olduğu için Allahu Teala’nın emirlerini yerine getirirse de diğer taraftan bazı ufak tefek yasakları irtikab eder yahut emirleri terkeder. Bu mertebede müminler kalblerini küfürden, nifak ve riyadan temizlemişlerdir. Bununla birlikte nefs arasıra küfranı nimet ederek günah işletir ki bunların hali şu ayeti kerimede beyan olunmuştur:

“Diğer bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler. Onlar iyi bir ameli, kötü bir amele karıştırmışlardır. Olur ki Allah onların tevbelerini kabul eder. Çünkü şüphesiz Allah yarlıgayıcadır, çok esirgeyicidir.” buyrulmuştur. Asrı saadette birçok sahabi, günahların iç huzursuzluğundan kendilerini direğe bağlayıp aflarını dilemişlerdir. Bunlar da az idiler. Şimdi ise insanların çoğunu bunlar teşkil eden bu kabil müminler, tevbeyi de terk ederler. Yani asrı saadette günahkarlar pek az idiler şimdi ise çoktur. Ama Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez.

Üçüncü kısım böyle değildir. Bilakis ibadet ve güzel amel sayesinde kalbleri gibi nefsleri de iman etmiştir. Hatta böyle müminler ibadet ve güzel ahlakın semeresini, hatta zikrin hakikatini kendi vücut ve bedeninde görmüştür. Şimdiki zamanımızda bunlar çok azdır. Asrı saadette ise tebei tabiin zamanına kadar mü’minlerin kısmı azamisi de böyleydi. 

“Mü’minler ancak onlardır ki, Allah’ın ismi anıldığı zaman yürekleri titrer, karşılarında (ibadet, güzel ahlak veya ahkam) ayetleri okununca imanını artırır. Onlar ancak Rabb’lerine güvenip dayanırlar.” (Enfal 2) mealindeki ayeti kerimede böylece iman sahibleri övülmüşlerdir. Zamanımızda böyleleri kibriti ahmerden daha enderdir.

İkinci Düstur Bir Tek Allah’a İbadet Etmektir

Akıl, nefs gibi mülevves olmadığından bütün şirkleri bırakıp kemali samimiyetle Allah’a teslim olmak ister, ona tapmak ister. Allah da onun bu isteğini emretmiştir.

“Ey insanlar! Sizi de sizden öncekileride yaratan Rabbinize ibadet edin, ta ki takva sahibi olasınız.” (Bakara 21 ) mealindeki ayeti kerimede aklın ikinci düsturu beyan olunmuştur. Takvadan başkası ile ne kadar zikir ve fikir olsada kalp cilalanmaz. Takva sahibi olabilmenin şartı da bir tek olan Allah Teala’ya ibadet etmektir.

Takva, Allahu Teala’nın emr etmiş olduğu emrlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır. Binaenaleyh bir kimse Allah‘ın emrlerini terk ederse fasık, yasaklarını işlerse asi, inkar ederse kafirdir. İnanır gibi görünürse münafık, tenhada düşvar, zahirde mülayim görünürse müraidir, yani gösteriş yapar. Demek oluyor ki ibadet, Allah’ın azabından korkmak ve O’ndan sakınmak emrlerini yerine getirmek ve sevabını O’ndan ummaktan ibarettir.

Bunun için tamamen şirk, fısk ve isyandan arınmak şarttır. Diyebiliriz ki dini çalışmalar bunsuz faide vermez. İman taati, ihlası, zikiri ve bütün ibadeti kuşatır. İbadetsiz mümin bir kalb, bakır kaplarına benzer; bakır kaplar zaman zaman paslandığı gibi, kalblerde muhayyele ve hissi müşterekenin işledikleri veya işlettikleri günahlardan dolayı paslanır. Nitekim bir hadisi şerifte:

“Şüphesiz demir kalblerin paslandığı gibi kalblerde paslanır.” buyrulması üzeine ashabdan bazıları: “Cilası nedir ya Rasulallah?“ diye sormuşlar, bunun üzerine:

“Kur’an’ı tilavet etmek, çokca Allahu Teala’nın ismini zikretmek ve çokca ölümü hatırlamaktır.” diye buyurmuştur.

Nitekim hukema da: “İnsandan en üstünü o dur ki kalbinden şehveti çıkarır. Zira şehvetini öldüren, şeref ve haysiyetini diriltmiştir.” demişlerdir. Burada şehvetten maksat her menfaati kendi nefsine tahsis etmektir.

Bir hadisi şerifte: “Ara sıra kalbinize istirahat verin.” buyrulmuştur. Yani helal ve faydalı şeylerle oyalanın ki ibadetin meşakkati size galebe çalmasın. Ne güzel bir hüküm.

Üçünçü Düstur Hissi Melekiyi Fiile Geçirmek ve Şerlileri Terk Etmektir

Bu düstur çokca mühimdir. Bu düstur imanın ve ibadetin şartıdır. İnsan içinde iki his vardır. Biri meleki diğeri şeytanidir. Meleki his hayrılarla, şeytani his de şerlilerle fiile geçer. Akıl ister ki, hayrlılarla beraber olsun ve şerlilerden uzak kalsın. Nefs ise bunun tam zıddını ister. Bunun için Allahu Teala bu hususta akla yol göstermek için şu hükmü beyan etmiştir:

“Ey iman edenler kendi (din kardeş)lerinizden başkasını (dost ve) sırdaş edinmeyin. (Çünkü) onlar size şer ve fesadı yapmakta hiç kusur etmezler. Size sıkıntı arzu ederler. Hakikaten onların (kin ve) buğzları ağızlarından taşıp meydana vurmuştur. Göğüslerinde saklamakta oldukları ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık, eğer düşünürseniz.” (Ali İmran 118)

İki insanın birleşmesinde üç şart vardır. Din birliği, ibadet birliği, ahlak birliği. Binaenaleyh aklımızı hayra yöneltmek ve hayrlı istek ve arzumuzu fiile geçirmek için onunla dost ve sırdaş olaçağımız kimse de, tecrübe, sadakat, izhar gibi şartları aramak gerekir. Onun için aşağıdaki düsturlara uymak gerektir.

1.Küfür, nifak ve fısktan pak kimseyi dost ve sırdaş edinmek gerekir. Aksi takdirde hissimize şeytanın müdahalesi olur.

2. Tecrübeden sonra sır saklar, ayıp görmez kimseyi sırdaş edinmek lazımdır.Aksi takdirde dostluk ve sırdaşlık düşmanlığa dönüşebilir.

3. Neseb, alış-veriş, dünya menfeatini sarfı nazar etmek şartı ile kişi dost ve sırdaş edinir. Çünkü bunlardan biri olsa dostluğu bozabilir.

4. Az konuşur, öz söyler ve sık sık öfkelenmez kimseyi sırdaş edinmek gerekir.

5. İtikad, ibadet ve İslamî ahlakını, dünyasından daha fazla tercih edeni dost edinmek şarttır.

6. Baise ve faile kuvvetlerini şerden alıkoyacak ve hayra teşvik edebilecek kimseyi sırdaş edinmektir.

7. Tenhada sana nasihat eder, halk içinde ayıbını gizler, gıyabında da sana dua eden kimseyi sırdaş et. Aksi takdirde dostun düşmanlık yapabilir. İmamı Gazzalî ve Şeyh İsmail Hakkı Bursevî hz. derler ki: “Bu şartların dışında kimseyi dost edinme. Herkesle beraber ol amma sırdaş olma. Bu şartların dahilinde hoşuna giden büyük kimseyi baba, küçüğü evlat, emsalini de ikiz kardeş gibi bil. Böyle olursan Hak yolunda yürümen gerçekleşir ve aklın da beden şehrine hükümran olur. “Ey iman edenler! kendilerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin.” mealindeki ayeti unutmayın. Aksi takdirde dost ve sırdaşın seni maksudundan uzaklaştırır.”

Aklın Dördüncü Düsturu Takva Binasının Haya Kapısını İhlal Etmemektir 

Aklın hayatı hayadır. Hayayı prensip eden bir akıl, haya düsturu ile dinin ve bedenin etrafına bir sur çevirmiş demektir. “Her kim hayanın hakikatini Allahu Teala’dan talep ederse, başını ve başının kuşatıp topladığını (beş zahiri ve beş batini duygularını ve şehvet ve gazab kuvvetinden mürekkeb nefsin on iki kuvvetleri) korusun. Karnını ve onun kuşatığını da korusun. Ölümü ve cesedin çürümesini hatırlasın. Her kim ahiret lezzetini dilerse, dünya hayatının ziynetlerini terk eder. Her kim bunu işlerse şüphesiz gereğince Allahu Teala’dan hakiki hayayı kesb etmiş olur.” mealindeki hadisi şerif aklın bu düsturunu açıklamıştır.

İmam Münavî bu hadisin şerhinde şöyle demektedir: “Bir post, nasıl ki tabaklanmakla temizlenip birçok terbiyeden sonra parladığı gibi haya sıfatıyla da nefs terbiye olunup temizlenir. Demek nefs birçok terbiyelerden geçtikden sonra, akıl, kalb, ruh ve ruhanilerin nurları ile nurlanır. Artık nurlanmakla parladı mı, hem kendini bilir hem de Allah Teala’nın marifet denizine girer; dünyadaki hayası, ahiretde saadet hayatına kalb olunur.” 

Binaenaleyh akl ve kalbin hayatları hayadır. Haya etmek düsturuyla akl yukarıdaki hadisi şerifde beyan olunan nefsi natıkanın ondokuz kuvvetini esir alır. Artık beden şehrine hükümran olur. Yine görülmez mi ki haya imandan sayılmıştır. 

DEVAM EDECEK...

 

Yazar: Mücahit OMURTAY

 

Pazartesi, 01 Ağustos 2016 08:20

Hz. BÜSRE binti SAFFÂN (r.anha)

hz busre

Hz. Büsre binti Saffân (r.anha) - Şeb-i Vuslât

Sayı : 101 - Mayıs 2016

 

Hz. Büsre binti Saffân (r.anha)

 

Büsre binti Saffân Mekke’de doğup büyüyen, şehrin ileri gelenlerinden Saffân b. Nevfel ile Salime binti Ümmeyye’nin kızlarıdır. Saffân, Varaka b. Nevfel’in de kardeşidir. Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice (ra) annemizin amcasının oğlu olduğundan, Büsre b. Saffân Hz. Hatice annemizin de amcasının torunudur.

Varaka b. Nevfel’in yeğeni olduğu için tıpkı Hz. Hatice annemiz gibi onunla sık sık görüşme fırsatını yakalayan Hz. Büsre, küçük yaştan itibaren putlara tapmanın yanlışlığının farkındaydı. Ancak pek çok yönden toplumsal baskıya karşı duramadığı için istememesine rağmen uzun yıllar onlar gibi putlara taptı.

Gençlik çağına gelince Mekke’nin ileri gelenlerinden Mugîre b. Ebu’l-As ile evlendi. Ondan Muaviye ve Aişe adında iki tane nur topu gibi çocuğu oldu. Kendini çocuklarını güzel yetiştirmeye adayan Hz. Büsre annemiz, iyi bir kuafördü. Mekke’de yıllarca kuaförlük yaptı. Orta yaşlara geldiğinde, Mekke’de güneş bir başka doğmaya başlamıştı.

Ümmü Gülsüm b. Ukbe’nin halası olan Büsre annemiz, Allah Rasulü (sav) Mekke’de İslam’ı anlatmaya başladığında yeğeni Ümmü Gülsüm gibi çevresi İslam düşmanları ile çevrili olduğu halde İslam’a ve Kur’an’a kayıtsız kalmadı. Gizlice Allah Rasulü’nün (sav) insanları neye davet ettiğini öğrendi. Başlangıçta müslüman olmak istediği halde kardeşi Ukbe b. Ebu Mu’ît, kaynı Hakem b. Ebu’l-Âs ve diğer akrabalarının baskısından çekindi. Ancak daha sonra bir fırsatını bulup gizlice Allah Rasulü’nün (sav) yanına giderek biat edip müslüman oldu.

Bir süre sonra gelini Ervâ ve yeğeni Ümmü Gülsüm’ün müslüman olduğunu öğrenince onlarla dayanışma içine girdiler. Kendilerine cehennem çemberi içerisinde manevi bir cennet bahçesi kurdular. 

Müşriklerin müslümanlar için hazırladıkları cehenneme aldırmadan içlerinde yaşadıkları bahçenin güllerini deren Büsre annemiz, mana ikliminde seyrediyor, gizli gizli de olsa Rabbine ibadet ederek huzur buluyordu.

Ancak o, bu gül bahçesinde gezerken bir gün kardeşi Ukbe b. Ebu Muit’in Allah Rasulü’nü (sav) rahatsız ettiğini, müslümanlara işkence yaptığını duydu.

Bir başka gün kaynı Hakem b. Ebu’l-As’ın Allah Rasulü’nün (sav) arkasından dil çıkarıp onunla alay etmeye kalkıştığını haber aldı. Bütün bunları duyunca çok üzülen annemiz, onları en fazla eşi ve oğlunun desteklediğini öğrenince kahroldu.

Büyük bir sabırla yıllar gelip geçti. Allah (cc) müslümanlara yepyeni bir kapı açtı. Müslümanlar gruplar halinde gizli gizli Medine’ye hicret ediyordu. Ancak Hişâm b. As gibi bazı sahabeler bunu başaramadılar. Müşrikler tarafından yakalanıp hapsedildiler. Bazıları ise göz hapsinde tutuldukları için hicret etmeye cesaret edemediler.

Büsre annemiz de bunlardan biriydi. Dört bir yanı Müslümanlara işkence yapanlarla çevriliydi. Onların arasından kaçmak, bir kadın için gerçekten çok zordu. İçi kan ağlayarak Mekke’de kaldı. Sabır ve dua ile hicret edeceği günü beklemeye başladı.

Mekke’deki Müslümanların hicret etmesiyle müşriklerin arasında yalnız ve garip kaldı. Efendimiz’i (sav), Müslümanları ve inancını özgürce yaşamayı özleyen Hz. Büsre annemiz, her gün biraz daha ümidini kaybettiğini hissediyordu. 

İmandan sonra tekrar küfre dönmemek için sabır, sebat, namaz ve dua ile Rabb’ine sığınıyor, O’nun yardımı ile ümitsizlikten kurtulup imanını derinleştirmeye çalışıyordu.

Aradan yıllar geçti Mekkeli müşrikler Bedir Savaşı’nda Müslümanlarla karşılaştılar. Eşi, oğlu, kardeşi ve daha pek çok akrabası Müslümanlara karşı savaşmak, onları yok etmek için Bedir’e gitmişlerdi. Annemiz sürekli Müslümanlar için dua ediyordu. 

Savaştan sonra yıllarca Müslümanlara zulmeden eşi ve kardeşinin öldürüldüğünü duyunca üzülmedi. Müslümanların zaferini kimseye belli etmeden kutlayarak sevincini kalbinin derinliklerinde yaşadı.

Sonra Uhud Savaşı yapıldı. Hz. Hamza’nın (ra) da aralarında bulunduğu pek çok sahabe şehit oldu. Müslümanlar geri çekilince şehitlerle başbaşa kalan müşrikler, onların kulaklarını, burunlarını keserek vahşetlerini unutulmayacak bir şekilde kara bir leke halinde tarihe yazdırdılar.

Bunu en fazla yapanlardan biri Büsre annemizin oğlu Muaviye b. Mugire’ydi. Muaviye birçok sahabenin yanı sıra Hz. Hamza’nın da mübarek vücutlarını kesip doğrayarak Efendimiz’i (sav) incitmiş, gözyaşlarını sele çevirmişti.

İntikam hırsı sönmeyen Muaviye, İslam Ordusu geri dönüp Medine’ye geldiği gün, onları Medine’ye kadar izledi. Medine yakınlarında bir yere gizlenerek beklemeye başladı. 

Sabaha yakın Müslümanlar namaza gittiğinde şehirden içeri sızarak dayısının oğlu olan Hz. Osman’ın evine gitti. Kapıya vurunca, o sırada evde tek başına olan Ümmü Gülsüm Annemiz, kapıya yaklaşarak kim olduğunu sordu. Muaviye:

-Osman b. Affan ile görüşecektim.

-Evde yok.

-Ondan deve satın almak için gelmiştim, parası da işte yanımda. Deveyi satın alabilmem için nerede olduğunu söyler misin?

Bir şeyden şüphelenmeyen Ümmü Gülsüm Annemiz:

-Eşim şu anda Allah Rasulü’nün (sav) yanında.

Müslümanların arasına sızarak onların güçlerini, ne yapmak istediklerini öğrenmeye çalışan Muaviye, doğruca Mescid-i Nebevi’ye giderek gizlice Hz. Osman’ı buldu. Onu kenara çekti. Hz. Osman onu görünce çok şaşırdı:

-Burada ne işin var? Niçin geldin? Hem kendini hem beni helak edeceksin! Muaviye oyununa devam etti:

-Ey amcaoğlu! Burada akrabam yok, bana senden daha yakın kimsede yok. Sana sığınmaya geldim.

Çok merhametli olan Hz. Osman bir sıkıntı çıkmaması için onu hemen evine götürerek sakladı. Hz. Ümmü Gülsüm bundan çok rahatsız oldu. Ancak eşine bir şey söyleyemedi. Hz. Osman onu sakladıktan sonra Mescid-i Nebevi’ye geri döndü. Doğruca Allah Rasulü’nün (sav) yanına giderek Muaviye için ondan eman istedi. Merhameti onu zor duruma sokmuştu. 

Yanlış olduğunu bile bile Allah Rasulü’nden (sav) eman istemişti. Allah Rasulü (sav) ona hiçbir şey sormadan ve hiçbir şey söylemeden sahabelerine seslenerek:

-Muaviye Medine’deymiş. Burada sabahlamış, hemen onu arayıp bulun! Etraf aranmaya başlandı. Sahabelerden biri:

- O, Hz. Osman’ın evinde gizlenmiş olabilir.

Yanındakiler bunun doğru olabileceğini düşünerek doğruca Hz. Osman’ın evine gittiler. Kapıyı vurdular. Onlara kapıyı açan Hz. Ümmü Gülsüm sessizce:

-Aradığınız işte şurada, diyerek Muaviye’nin yerini gösterdi. 

Sahabeler gösterilen yere doğru yönelerek Muaviye’yi kıskıvrak yakaladılar. Alıp Allah Rasulü’ne (sav) götürdüler. Hz. Osman onu görünce yine merhameti kendine galip geldi:

-Ya Rasulallah! Vallahi o yalnızca eman istemek için gelmiş, onu bana bağışla!

-Tamam, ancak ona üç gün müsaade, üç gün sonra Medine civarında bulunursa öldürülecektir.

Hz. Osman, hemen eve geldi. Durumu anlattıktan sonra Muaviye’ye yolluk hazırlattı. Sonra da ona bir deve verip:

-Haydi, çıkıp git, dedi.

Muaviye deveye binip Medine’den ayrıldı. Ancak geri dönmeyip askeri bir hareketi görebileceği bir yere gizlendi. Allah Rasulü (sav) sahabeleri ile Hamrau’l-Esed’e gitmek için Medine’den ayrılınca onları takip etmeye başladı. 

Gayesi Müslümanlardan istihbarat toplayıp müşriklere bildirmekti. Kini başına gelenlere rağmen onu bunda ısrar etmeye sürüklüyordu. Aradan üç gün geçtikten sonra Muaviye’nin ne için geldiğinin farkında olan Allah Rasulü (sav) sahabelerine:

-Muaviye çevremizde bir yerlerde, onu bulup öldürün, buyurdu.

Birçok sahabe gibi Zeyd b. Harise ile Ammar b. Yasir de yerinden fırlayarak Muaviye’yi aramaya çıktı. Onlar hızlı hareket ederek diğerlerinden önce Muaviye’yi buldular. Onu Cemaa Dağı’nm eteklerinde gören Zeyd b. Harise öldürmek için harekete geçti. Ancak Ammar b. Yasir, kendine yaptığı işkencelerden dolayı:

-Onu ben öldürmeliyim, bu benim hakkım, diyerek okunu çıkardı ve tek bir okla onu öldürdü. Öldüğünden emin olunca geri dönüp olanları Allah Rasulü’ne (sav) anlattılar.

Mekkeliler geri dönünce olup bitenleri öğrenen Büsre binti Safvan oğlunun Hz. Hamza’nın naaşına işkence ettiğini ve müslümanlar aleyhine casusluk yaptığını öğrendiğinde çok üzüldü.

Uhud Savaşı’ndan sonra Medine’ye hicret etme arzusu daha da artan Büsre Hatun, bunun için sürekli fırsat kolladı. Ama bu fırsatı ancak Hudeybiye Antlaşmasından sonra bulabildi.

Antlaşmadan bir süre sonra Ümmü Gülsüm binti Ukbe’nin Medine’ye kaçması, o ve onun gibilerini cesaretlendirdi. Bundan sonra bulduğu ilk fırsatta hicret ederek inançlarını rahatça yaşayabileceği ve Allah Rasulü’ne (sav) yakın olacağı Medine’ye gitti.

Medine’ye hicret ettikten sonra Ehl-i Beyt’e yakın olan Hz. Büsre (ra) annemiz kendini Efendimiz’e (sav) ve Annelerimize hizmete adadı. Çok iyi bir kuaför olduğu için sık sık Hz. Aişe annemizin yanına giderek onun saçlarını tarardı.

Meşhur Medine valisi Mervan b. Hakem ile evlenen kızı Aişe’nin ondan Abdulmelik adında bir oğlu oldu. Abdulmelik b. Mervan’ın anneannesi olan Büsre annemiz, Hz. Muaviye dönemine kadar yaşadı. Onun halife olduğu dönemde vefat ederek hakkın rahmetine kavuştu.

Allah Rasulü’nden (sav) bir hadis rivayet eden Büsre Hatun’un bu hadisi 37 farklı yolla bize ulaşmıştır.

 

Kaynakça:

Dr. Hilal Kara, Abdullah Kara, İslam Tarihi - Hanım Sahabeler, 2008.

 

Yazar: Şeb-i VUSLAT

 

Pazartesi, 01 Ağustos 2016 01:38

KABE MERHABA MERHABA

kabemerhabamerhaba

Kabe Merhaba Merhaba- Mine ŞİMŞEK

Sayı : 101 - Mayıs 2016

 

Kabe Merhaba Merhaba

 

İrfan binasıdır Kabe, Müminlere olmuş kıble

Aşıklar yönelir kalbe, Kabe merhaba merhaba.

Aksın feyiz ılık ılık, Sudan bıkmış mı hiç balık.

Nur çeşmesi Altın oluk, Sana merhaba merhaba.

Yakub Haşimi (ksa)

Hamd ve senalar Rabbimize olsun. Bizleri yoktan var edip güzelce bir suret giydirene, bizleri insan kılana. Hakk’ın (cc) en sevgili kulu, Habib-i edibi Sultanu’l Enbiya, Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz’e zerreler adedince salat ve selamlar olsun.

Hac veya umre duyduk mu gözümüz yaşarıyor gönlümüz coşuyor. Hac hazırlığı yapanlara dua edip, isteyip de gidemediğimiz için mahzun oluyoruz garip oluyoruz adeta. O kutlu beldeye kimimiz tatil için gidiyoruz, kimimiz fazla ibadet yapmak için, kimimiz de döndükten sonra oraları anlatmak için gidiyoruz. Rabbimiz (cc) tüm ümmete Allah rızası için gidenlerden olabilmeyi nasip etsin. Oraların faziletlerini mübarek ve mukaddes yerler olunduğunu anlatmaya çalışalım inşaallah. Cenabı Hak (cc) Kur’an-ı Kerim’de bizlere şunları bildirmiştir. 

1)-“Muhakkak ki mübarek ve alemlere hidayet vesile olan (Beyt) elbette ki insanlar için Bekke’de (Mekke’de) yapılmış olan ilk beyttir.” (Ali İmran 96)

2)-“Ve insanlar arasında hac ilan etki yaya olarak ve develer üzerinde uzak dağ yollarının hepsinden sana gelsinler.” (Hac 27)

3)-“Orada (Beytullah’da) açık beyineler hazreti İbrahim’in makamı vardır. Ve kim oraya girerse emin (emniyette) olur. Ona yol bulmaya (hacca gitmeye) gücü yetenlere Allah için o beyt’i Hac edilmesi insanların üzerinde farzdır. Ve kim inkar ederse artık muhakkak ki Allah alemlerden ganidir. (Hiçbir şeye muhtaç değildir).” (Ali İmran 97)

Hâce Hazretleri’nin (ksa) bir sohbetlerinde: “Hac, kulun Rabbine davetine “Lebbeyk” diyerek icabet etmesidir. Hac yüce Mevla’ya giden kutlu bir yolculuktur. Hac müslümanın gönül yolculuğudur, müslüman kendisini sunar bu yolculukta sevgisi, mahviyeti, teslimiyeti ölçüsünde bu gönül yolculuğunda mesafe alır, menziline ve maksuduna ulaşır.

Hazreti Adem misali göz yaşıyla gelir tevbeyle gelir. Rabbinin huzuruna, Arafat’a temizlenmeyi umarak gelir. Hazreti İbrahim misali Rabbinin emrine itaat için gelir, bütün sevdiklerini arkasında bırakarak gelir. Hz. İbrahim Rabbine oğlunu kurban edecekti, Müslüman da kendini kurban etmek için gelir. Hz. Hâcer misali Rabbine güvenerek gelir, Çöl ortasında yapayalnız bir kadınla bir bebeği rızıklandıran Allah’a (cc) sığınarak gelir. ‘Allah kuluna yeter.’ Anlayışını gönülden yaşayarak gelir, teslimiyeti bütün zerreleriyle hissederek gelir.” buyuruyorlar.

Hâce Hazretleri’nin (ksa) bu güzel sohbetlerinden anlaşılıyor ki, o güzel yerlere giderken gönüllerimizden her türlü, Allah’tan gayrı masivayı çıkararak gitmemiz buyruluyor. Bazen fazla mükafatlara da takılan olabiliyoruz. (Ezberden veya kitaptan dua etmek. Kabe’nin örtüsüne bez parçası sürüp döndükten sonra onu hastalara dağıtmak vs gibi). İbadetin makbulü, ihlaslı ve samimi duanın ise ezberden değil de gönülden geldiği gibi yapılan duadır. Bazen de döndükten sonra akrabalarımıza hediyeler alayım düşüncesi de insanın tam gönlünü vererek görevlerini yapmaya mani olabiliyor. Veya da yaşlı teyzelerimiz babaannelerimiz mahremi bulunmadan gelen gariban insanlar orada olabiliyorlar. Onlara sabırla hizmet etmek gönüllerini hoş etmek onların hayır dualarını almak bekli de fazla ibadet etmekten Cenabı Hakk’ın (cc) huzurunda daha faziletli ve rahmetlide olabilir düşüncesi ile tüm gidenlerimize Hakk’ın rızasını kazanan kullardan olabilmeyi nasip etsin inşaallah.

Faziletleri hakkında bazı hadisi şeriflerden örnekler verecek olursak,

1)- Peygamber Efendimiz (sav): “Bu ev için her gün yüz yirmi adet rahmet indirilir atmışı tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi de ona bakanlara seyredenleredir.” buyurmuştur.

2)- “Hac ve umre yapanlar Allah’ın misafirleridir ondan bir şey isterlerse onlara cevap verilir. Af isterlerse af edilir” (İbni Mace, 5)

3)- “Umre ikinci bir umreye kadar günahlara kefarettir. Mebrur haccın karşılığı ise ancak cennettir.” (Tirmizi, Hac, 6 )

4)- “Ramazan ayında yapılan bir umre tam bir hac sayılır, yahut da benimle birlikte yapılan bar haccın yerini tutar.” buyrulmaktadır. (Buhari, Umre, 4)

Rabbim oraya hakkıyla gidenlerden O’nun rızasına erenlerden olabilmeyi, Ravzay-ı Mutahhara’da edep ile O’nun (sav) huzurunda durarak tüm ümmete canı gönülden dua edip dualarımız ve ibadetlerimiz kabul olanların hürmetine makbul olup, manevi rızıklarla dönebilmeyi nasip etsin.

Yazımızı Hâce Hazretleri’nin (ksa) güzel şiiriyle bitirelim inşaallah.

İşte huzurundayız, Kabe avlusundayız.

Müminler çok dardayız, Daim ah-u zardayız 

Lebbeyk Allahümme Lebbeyk..

Bu Hâceyi kul eyle, Çiğnet yüzün yol eyle.

Yak hasreti kül eyle , Aşk bağında gül eyle.

Lebbeyk Allahümme Lebbeyk..

Kaynakça: 

Nefehatu’l-Harameyn, Mekke-Medine’den Esintileri, Yakub Haşimî

 

Yazar: Mine ŞİMŞEK

 

gulzari hacegan dergisi 100 sayi programi 1

Gülzâr-ı Hâcegân Dergimiz 100. Sayı Enkinliği

Sayı : 101 - Mayıs 2016

 

Gülzâr-ı Hâcegân Dergimiz 100. Sayı Etkinliği

 

“Mü’minin hayatı tatbik, talim ve tebliğden ibarettir.” düsturuyla Gülzâr-ı Hâcegân dergisi olarak 9 yıl önce başladık bu kutlu yolculuğa. Bu yolculuğun adı hikmetti, marifetti, irfandı. Bu yolculuk muhabbetti. 

Müslümanların derdini dert edindik kendimize. Derdimiz aynı zamanda devamızdı bizim. Bilginin artıp irfanın azaldığı, aklın karşısında kalbin zayıfladığı bir dönemde Müslümanlara irfan, müminlere gönül olalım istedik.

Sünneti Seniyye’nin kolayca terk edildiği bir dönemde, Sünneti yaşatmanın Peygamber Efendimiz’i yaşatmak olduğunu anlatalım istedik. Gül’ün kokusunu unutanlara O’nun (sav) kokusunu hatırlatalım istedik. 

Ravza-i Mutahhara, Peygamber Efendimizin (sav) gül bahçesi, cennet bahçesi… Bu bahçede nice güller yetişti. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz.Osman, Hz. Ali, Hz. Hamza, Hz. Musab ve daha niceleri bu bahçenin en güzel gülleriydi. 

Gülzâr-ı Hâcegân, Hâcegân’ın gül bahçesi anlamında… 

Çölleşen dünyamıza Asrısaadetin gül bahçesini anlatma ve yaşatma gayesiyle çıktık yola. Ashabı Kiram gökteki yıldızlar gibiydi. Hepsi de bizim kurtuluş yolumuzdu. O yıldızlardan bir tanesi Hz. Mikdat (ra). Bedirde, “Ya Rasulallah, Sen atını denize sürsen ardından geliriz.” demişti. Bugün biz de, “Ya Rasulallah, Sen’in izini asla bırakmayacağız.” diyoruz. 

Uhud’da Sana gelen oka başını uzatmıştı ashab. Ya Rasulallah, bugün Sana çirkin sözlerle saldırıyorlar. Bizler Sana saldırmaya, Sen’i incitmeye cüret edenlerin karşısında Hayber fatihi Hz. Ali (kv) misali dimdik duracağız. 

Gülzâr-ı Hâcegân dergisi olarak bizler; fesadın, nifağın, şirkin karşısında Muhammedî imana sahip bir kale gibi duracağız. 

Din kavramlarıyla ayakta durur. Kavramların içini boşalttığımızda dinin hakikati adına yaşanılacak bir şey kalmaz. Dinin kavramlarının insan-ı kâmillerde sarsılmaz bir kale gibi, dimdik ayakta durduğunu göreceksiniz. Bu kale dinin kalesidir. Bu kaleyi topla, tüfekle yıkamazsınız. Küfrün ve fitnenin karşısında anlayışıyla, yaşamıyla, ahlâkıyla, imanıyla dimdik ayakta duran kaleler… Allah dostları…

Gülzâr-ı Hâcegân dergisi olarak ilk sayımızdan itibaren hem Türkiye’nin hem de Erzurum’un yetiştirdiği güzel insanları tanıttık. 

Abdulkadir Geylani’yi, Şah-ı Nakşibendi’yi ve Hasan Şazeli Hazretlerini anlattık.

Abdulhakim Bilvanisi’yi (ks), Ahmed Haznevi’yi, Muhammed Diyauddin Hazretlerini anlattık.

Erzurumlu İmam Efendi’yi, Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’yi, Hacı Salih Efendi’yi anlattık.

İmam Efendi ki, bir sabah ezanıyla tüm Erzurum’u, Rus’a karşı ayaklandırmıştı. İnanıyoruz ki, o ezanın tesiri hala devam etmektedir. O gün düşman; Rus’tu, Ermeni’ydi. Bugün ise nefs, şeytan, dünya ve kötü arkadaş hiç olmadığı kadar daha tehlikeli. Allah dostlarının imanını, anlayışını, ahlakını anlattık ki, bugünkü gafletimizden uyanalım. 

Nakşibendiliğin günümüzdeki manevi büyüklerinden olan, ömrünü ilme adamış ve bu ilmini insanların irşadına sunmuş olan Seyyid Mevlana Yakub Haşimi Hazretleri’nin, mutad vakitlerde yaptıkları sohbetleri Gülzâr-ı Hâcegân dergisinin okuyucularına ulaştırmanın gayreti içinde olduk. 

Sohbetlerin insanın eğitiminde, olgunlaşmasında ve kemale gelmesinde önemi çoktur. İnsanlığın yıldızı olan Ashabı Kiram sohbetle yetişti. Gönül insanları hep sohbetle yetiştiler. Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri “Hamdım, piştim, yandım.” dediği hayat merhalesini sohbetle yaşamıştır. Müslümanların bugünkü manevi rahatsızlıkları sohbetsiz kalmalarındandır. Gülzâr-ı Hâcegân dergisi olarak Müslümanlara musahib olalım istedik.

Batının teknolojisi karşısında acizliğe düşen, kimliğini unutan ve en acısı da kimliğinden utanan Müslümanlara İslam’ın izzetini ve hayat kaynağı olduğunu anlattık hep. Nefsin ve şeytanın karşısında yalnız kalan Müslümanlara bir dost eli, bir can simidi olduk.

Gülzâr-ı Hâcegân dergisi olarak tasavvufun kerametlerle dolu mistik bir yol değil; islam, iman ve istikamette sebat yolu olduğunu anlattık.

Allah’tan (cc) uzaklaşanlara, Yüce Mevla’yı göklere çıkarıp sonra ulaşamayanlara; Rabbimiz’in bize bizden yakın olduğunu hatırlattık.

Sevgiyi, aşkı unutan Müslümanlara; ilahi aşkı, nebevi muhabbeti anlattık. Tasavvufun aynı zamanda bir aşk yolu olduğunu anlattık. Bizim gittiğimiz yol “Rah-i aşk”tı.

Rah-i aşk; aşkın yolu anlamında. 

Gülzâr-ı Hâcegân camiası olarak “Rah-i aşk Yayıncılık” adıyla insanlığa ve tüm Müslümanlara kavi bir iman, sahih bir anlayış ve ilahi aşk kazandıracak eserler yayınlamanın gayretinde olduk.

Yayınevimiz; iman dolu gönüllerden, siz değerli okuyucularımızın gönüllerine en temiz bilgiyi aktarmanın şuuruyla hizmet vermeyi kendine ilke olarak kabul etmiştir.

“Râh-i aşk Yayıncılık” akıllara ve kalplere hitap ederek niçin müslüman olduğunu bilen ve bildiğini yaşamaya gayret eden müslümanların yetişmesi için bir ilim ocağı olmanın derdiyle yayın hayatını devam ettirmeyi kendine şiar edinmiştir.

Yayınevi olarak çıkaracağımız eserlerle “gönül mektebi” oluşturmanın gayreti içerisinde olacağız. Bu “gönül mektebi” gönüllerin Allah ve Rasulü’nün sevgisiyle dolmasını, akılların Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ışığıyla beslenmesini, amellerin salihleşmesini ve imanların kavileşmesini arzulamaktadır.

Gülzâr-ı Hâcegân camiası; kimi zaman Daru’l Erkam, Ashabı Suffa misali islamın öğretildiği bir mekteb oldu. Kimi zaman bir dergah oldu. Gönülleri sevgiyle buluşturan bir derya oldu.

Bazen derdimizle, ırmaklar gibi çağladık, coştuk. Zalimlerin karşısında Hüseyin olduk. Hüseynî duruşu anlattık Müslümanlara. 

Bazen Mevlana gibi, Yunus gibi “Yaratılanı, Yaratandan ötürü sevmeyi” anlattık. 

Hz. Ebubekir misali cesedimiz cehennemi kaplasın istedik. Salebe gibi dünyevileşmekten korktuk. Hz. Sevban gibi O’ndan (sav) ayrı kalmanın hüznünü yaşadık. Mescidi Nebevi’deki kütük gibi ağlamak, küheylan gibi kendimizi sevgilinin yoluna feda etmek istedik. Muhammedsiz (sav) bir hayatı bütün bütün zlümt gibi gördük. O’nun (sav) nurunu kararan dünyalarımızın Güneş’i diye anlattık. 

Yeryüzünün en değerli hazinesi insan. Gülzâr-ı Hâcegân dergisi olarak “Gül” neslinin devamı olacak insan yetiştirmenin gayreti içinde olduk ve olacağız inşaallah.

Bu derdimiz; gönümüze ve dergimize sığmadı. İmam Efendi Derneği ve Gülzâr-ı Hâcegân dergisi işbirliğiyle “Gülzâr-ı Hâcegân Camii ve Külliyesi” inşaatına başladık. 

Güzel insanlar, güzel mekanlarda yetişir anlayışıyla külliyemizin mimarisi hem asri, hem Osmanlı mimarisi hem de Mescidi Haram’ın mimarisinden esinlenilerek oluşturulmuştur. 

Külliye içerisinde caminin yanı sıra, İslami ilimlerle birlikte günümüze ışık tutan bilimsel araştırmalarınıza zemin olabilecek bir medrese, sohbet ve ilmi çalışmalarınızı yapabileceğiniz imkanların sunulduğu bir konferans salonu, ilmi araştırmaları yapıp kendinizi geliştirmenize katkı sağlayacak bir kütüphane, yavrularımıza aile sıcaklığını sunmayı arzuladığımız, teknolojik imkanlarla donatılmış temiz ve ilkeli işletmeciliğiyle öğrenci yurtları, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” düsturuyla hareket edilerek ihtiyaç sahiplerine yemek ikramı yapılacak bir aşevi bulunmaktadır. Gülzâr-ı Hâcegân Camii ve Külliyesi bütün bu imkanlarıyla, Erzurum’umuza ve tüm müslümanların hizmetine sunulacaktır.

Erzurum ili Yakutiye ilçe sınırları içerisinde inşa edilen ve bünyesinde birçok sosyal hizmetin yapılabileceği külliyemizin inşaatının yüzde 60’ı tamamlandı.

Külliyemiz yaklaşık 3500 m2’lik alana kurulmuş ve kapalı alanlarında 1500 kişi aynı anda huzurla ibadet edebilecek.

İnşaat devam ederken hizmetlerimiz de başlasın istedik. Camimizin bir bölümü geçen yıl ibadete açıldı. İnanıyoruz ki camilerimiz; Kabe’nin, Ravza’nın birer şubesi olur ve oraların kokusunu taşır bize.

Mescidlerimiz gönüllerimizdeydi bizim. Çoktan inşa edilmişti gönüllerimizde. Gönüllerimizdeki sevgi külliyenin harcıydı, tuğlasıydı, betonuydu… Orayı sımsıcak yapan kalplerimizdi.

Mescid yapıldıktan sonra bizim her şeyimiz oldu. Orada ibadet ettik, orada okuduk, orada sohbetleştik… Mescid hayattı bizim için. Bir nurdu gönüllerimizi aydınlatan… Zikirle, ibadetle ve ilimle cennet bahçesine çevirmekti arzumuz…

Ataullah İskenderi Hazretleri, “Kişi, Hakk’ın yanındaki değerini bilmek istiyorsa gönlündeki sevgilere baksın ve Allah’ın (cc) onu neyle meşgul ettiğine baksın.” buyuruyor. 

Bizleri kendisine kul olarak yarattığı için ve böyle hayırlı hizmetleri bizlere nasib ettiği için Yüce Mevla’ya şükrediyoruz ve hamd ediyoruz.

Gülzâr-ı Hâcegân camiası olarak hizmetlerismizin başlamasında ve devam etmesinde yaptığı desteklerinden dolayı Hâcegân yolunun büyüklerinden Mevlana Yakub Haşimi Hazretlerine teşekkür ediyoruz.

Dergimizle, yayınevimizle, külliyemizle yürüdüğümüz bu hayır yarışında sizlerin de desteğini bekliyoruz. Gülzâr-ı Hâcegân camiası olarak istiyoruz ki, bu hayırlı hizmetleri hep beraber yapalım…

Gülzâr-ı Hâcegân’dır bu makamı dil kûşa,

İşte ravza-i muhabbet gel azizim bul safa.

Hâce Hazretleri (ksa)

Pazartesi, 01 Ağustos 2016 18:08

Ağustos 2016 Mukaddime

agustos 2016

 

Sayı : 104 - Ağustos 2016

 

Muhterem Kardeşlerim!

Rabbimizin merhameti ve yardımı ile 15 Temmuz 2016 gecesi büyük bir uçurumun kenarından döndük.

Kendisini gâh Mesih yerine, gâh Mehdi yerine koyan, bazen Kıtmir’e benzediği zannıyla salihlere yol arkadaşı olduğu iddiasında olan, bazen kainat imamlığına soyunan, bazen de haddini iyiden iyiye aşıp tahammül sınırlarını zorlayarak Efendimiz’in hürmetine yaratılan kainatın kendi hürmetine devam ettiğini söyleyen bir aptal, bir zır deli; kendini kullanan keferelerin emri ve pis izini takip eden domuz sürüsünün neferleri ile ülkemize hain bir saldırıda bulundular.

Bu zalimler, genç yaşlı demeden onlarca halkımızı ve polisimizi gözlerini kırpmadan şehid ettiler. Halkın seçtiği ve sevdiği Cumhurbaşkanımız’dan, Başbakanımız’a ve diğer yöneticilerimize süikast tertiplediler. Halkı korkutup sindireceklerini zannettiler ama muvaffak olmadılar elhamdülillah.

Cenabı Hak Teala Hazretleri necip Türk milletinin gönlünden, devletin en üst kademesinden çocuklarına varıncaya kadar, korkuyu kaldırdı. Milletimizin her bir ferdi adeta ebrehenin fillerine karşı duran, ağzındaki siccin taşlarıyla filleri yok eden ebabil kuşları gibi silahların üzerine yürüdüler, tankların altına yattılar. Sonuçta kazanan, Mutlak Galib olan Hak Teala ve O’nun taraftarları oldu. Ehli küfür ise planları ile birlikte zelil oldu.

Onlar her şeyi planladılar, en ince ayrıntısına kadar düşündüler, fakat bilemediler ki Allah, (cc) gece karanlığında kara taşın üzerindeki kara karıncanın ayak seslerini işiten idi. Hesapların üzerinde hesabı olan O idi. Müslüman olduğu bin küsur yıldan beri hep Hakk’ın tarafında olan bu necip milletin eliyle ümmet galip geldi. Sahabe efendilerimiz savaştan dönen kardeşlerini gördüklerinde sorarlarmış; “Savaşın sonucu ne oldu?”, savaştan dönenler de “Allah galip geldi.” buyururlarmış.

İşte biz de başımıza gelen bu ve bunun gibi olayların hepsini Rabbimiz’den bilmeyi kendimize şiar edinmeliyiz. Bu kazanımlarda katkısı olan bütün devlet büyüklerimize ve halkımıza  teşekkür bir borç biliyor ve hep birlikte Rabbimize şükrediyoruz.

Bir meseleyi de bahsetmeden geçemiyeceğiz. Bu kendini kaybetmiş şeytan, 15 Temmuz’da yapmış olduğu kalkışmayı, aslında kırk senedir dini mübini İslam’ın içinde yapıyordu. Kendi oluşturduğu bir anlayışla dinimizin olmazsa olmazlarını ortadan kaldırıyor, hafifletiyor, terk ettiriyordu. Gerçekten bu Bel’am’ı en başından beri tanıyan başta Hâce Hazretleri (ksa) olmak üzere temiz ehlisünnet akidesine sahip bütün hocaefendiler, bunların dine soktuğu fitneleri yıllardır anlatmaya çalışıyorlardı. O dönemlerde bu mürtedin rüzgarı hızlı olduğu ve bunların yapıp ettikleri halkın çoğunluğunun işine geldiği için, büyüklerimiz sözlerini kimseye dinletemediler. Etrafında onun yağlı ketesini yiyen alim müsveddelerinin de desteği ile dini anlayışımıza çok büyük darbeler vuruldu. Bugün artık bunları da ciddi bir şekilde irdeleyip onların içimize soktuğu sapık fikir ve amellerden uzaklaşalım ki Rabbimizin yardımı daim olsun.

Allah yâr, kalbler beraber olsun.

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort