JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Cumartesi, 06 May 2017 07:40

TEVBE VE ALLAH’TAN AF DİLEME

tevbe

Tevbe ve Allah'tan Af Dileme - Yusuf Fuad

Sayı : 110 - Şubat 2017

 

Tevbe ve Allah'tan Af Dileme

 

Arapça’da tevbe “geri dönmek, rücû etmek, dönüş yapmak” anlamındadır ve “dinde yerilmiş şeyleri terk edip övgüye layık olanlara yönelme” biçiminde tanımlanır. Tevbe kavramı Allah’a nispet edildiğinde “kulun tevbesini kabul edip lütuf ve ihsanıyla ona yönelmesi” manasına gelir.

Allah’ın “Tevvâb” oluşu kuluna tevbe etmeyi kolaylaştırması, ona af ve mağfiret kapısını açmasıdır. Bunun neticesinde kulun O’na dönmesi tevbedir. Tevbe Allah’ın kuluna, kulunun da O’na dönmesidir. Allah’ın kuluna dönmesi ona tevbeyi nasip etmesi, kulun Rabbine dönmesi işlediği günahtan ve yaptığı kötülükten dolayı O’ndan af dilemesidir. 

Konuyla İlgili Hadis-i Şerifler

عَنْ أبي هُرَيْرَةَ  سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ  يَقُولُ: وَاللَّهِ إني لاَسْتَغْفِرُ اللَّهَ وَأَتُوبُ إِلَيْهِ فِي الْيَوْمِ أَكْثَرَ مِنْ سَبْعِينَ مَرَّةً .

Ebu Hureyre (ra) Rasulullah’ı (sav) şöyle buyururken işittiğini söylemiştir:

“Allah’a yemin ederim ki; ben günde yetmiş defadan fazla Allah’tan beni bağışlamasını diler ve tevbe ederim.” (Buharî, Deavât, 3)

عَنْ أبي حَمْزَةَ أنس بْنِ مَالِكٍ الأنصاري  خاَدِمِ رَسوُلِ اللهِ : قال رَسُولُ اللَّهِ : اَللَّهُ أَفْرَحُ بِتَوْبَةِ عَبْدِهِ مِنْ أَحَدِكُمْ سَقَطَ عَلَي بَعِيرِهِ وَقَدْ أَضَلَّهُ فِي أَرْضٍ فَلاَةٍ

Rasulullah’ın (sav) hizmetçisi Ebu Hamza Enes bin Mâlik el-Ensarî’den (ra) rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah’ın duyduğu memnuniyet sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha çoktur.” (Buharî, Deavât, 4; Müslim, Tevbe, 1)

عَنْ أبي مُوسَى عَبْدِ اللهِ بنِ قَيْسٍ الأشعري  عَنِ النَّبِيِّ  قال: إن اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ يَبْسُطُ يَدَهُ بِاللَّيْلِ لِيَتُوبَ مُسِيءُ النَّهَارِ وَيَبْسُطُ يَدَهُ بِالنَّهَارِ لِيَتُوبَ مُسِيءُ اللَّيْلِ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ مِنْ مَغْرِبِهَا

Ebu Mûsâ Abdullah ibn Kays el-Eşarî’den (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Nebi (sav) şöyle buyurmuştur:

“Allah gündüz günah işleyen kimsenin tevbesini kabul etmek için geceleyin (rahmet) elini açarak tevbeleri kabul eder, gece günah işleyen kimsenin tevbesini kabul etmek için gündüz (rahmet) elini açarak günahları bağışlar, güneş battığı yerden doğuncaya (yani kıyamete) kadar bu böylece devam eder gider.” (Müslim, Tevbe, 31) 

Açıklama:

İslam alimleri tevbe hakkında şöyle demiştir: Yapılan her günah için tevbe etmek vaciptir. Şayet işlenilen günah kullar arasında olmayıp insanoğlu ile Rabbi arasında ise tevbenin kabul olması için üç şart gereklidir.

-Yapacağı veya içinde bulunduğu günahı hemen terk etmek

-İşlediği günahtan dolayı pişmanlık duymak

-Bir daha günah işlememeye kesin karar vermek

Şayet bu üç şarttan biri yerine getirilmezse kişinin tevbesi kabul olmaz.

Eğer yapılan günah insanoğluna karşı işlenilmişse tevbenin kabul olması için dört şart gereklidir. Bunlardan ilk üç şart yukarıda zikrettiğimiz şartlardır, dördüncü şart ise; suç işlediği kişi veya kişilere karşı kendisini affettirmesi, yani birisinin malını zorla veya çalıntı yoluyla almışsa, aldığı malı sahibine geri vermesi veya kendisini aldığı mala karşılık sahibinden kendini affettirmesi gerekir.

Buna benzer olarak başkasına iftira atma, hakkında konuşma, vurma, vb. haksızlık olayları örnek verilebilir.

Yine kişinin işlediği günahların tamamından tevbe etmesi gerekir. Şayet işlediği bazı günahlardan tevbe ederse tevbesi sahihtir, fakat diğer günahları için de tevbe etmesi gerekir.

 

Kaynakça:


Nevevî, Riyâzu’s-Sâlihîn
İslam Ansiklopedisi, Tevbe Maddesi

 

Yazar: Yusuf Fuad

 

Cumartesi, 06 May 2017 07:24

RASULULLAH’A SALATU SELAM GETİRMEK

Rasulullaha itaat edin

Rasulullah'a Salatu Selam Getirmek - Tamer DOYMUŞ

Sayı : 110 - Şubat 2017

 

Rasulullah'a Salatu Selam Getirmek

 

Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salatu selam Kâinatın Efendisi ve muttakilerin imamı olan Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav), ehli beytin, ashabın ve etbaının üzerine olsun

Efendimiz’e (sav) salatu selam getirmenin hususiyetlerini tefsirlerde bize gelen bilgileri müzakere edeceğiz inşaallah. Ayeti kerimede Allahu Teâlâ (cc) şöyle buyuruyor:

“Allah ve melekleri, peygambere çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” (Ahzab 56) 

Salavat; Hz. Peygamber için okunana ve Allah’ın rahmet ve selamının O’nun üzerine olması dileğini dile getiren dualara denir. “Salavat” salat kelimesinin çoğuludur. Bazı bilginlere göre salat Allah’tan olursa rahmet; meleklerden olursa istiğfar; müminlerden olursa, bazısının bazısı için dua etmesi anlamına gelir.

Bu ayeti kerime ile Allahu Teâlâ Rasul’ünün büyük mevkisini, katındaki yüksek makamını haber vermiş, onun kâinatın Efendisi ve makam-ı mahmudun sahibi olduğunu bildirmiştir. Allahu Teâlâ kendisinin ve meleklerinin Rasulü’ne salatu selam getirdiğini bildirmiş ve müminlerin de salatu selam getirmesini istemiştir. Bu hususla ilgili tefsirlerde varid olan ifadeler şöyledir:

Ey müminler, siz de ona salat ve selam getirin. Onun emirlerini yüceltin, şeriatına uyun. Zira onun üzerinizdeki hakkı büyüktür. Ne yaparsanız onun hakkını ödeyemezsiniz. O sizi batıldan hidayete, cahiliyetin karanlığından İslâm’ın nuruna çıkardı. O öyle bir nurdur ki, sizin karanlıktan kurtulmanız için Allah (cc) onu kuluna açık ayetler halinde inzal etmiştir. Muhakkak Allah çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir. Öyleyse siz de O’nun mübarek ismi anıldığı zaman salat ve selam getirin. 

Bu konu ile ilgili olarak Fizilali’l-Kur’an’da geçen açıklama ise şöyledir: “Yüce Allah’ın, Peygamberimize yönelik övgüsünü bütün evren tekrarlıyor. Bu övgünün ışığı bütün evrene yayılıyor. Evrenin bütün parçaları bu övgüye yine aynı övgü ile cevap veriyor. Bu ezeli, ebedi, sürekli ve kesintisiz övgü evren bütününün özüne siniyor.’’ 

Allahu Teâlâ’nın ve meleklerin salatu selamından sonra müminlerden salat selam getirmelerinin istenmesindeki hikmeti ise şöyle izah ediliyor: “Allahu Teâlâ müminlerin Peygamberimiz’e yönelik salatu selamlarını kendi salatu selamı ile yan yana getirerek onları şereflendirme, onları, bu yoldan yüce, ezeli ve onur verici ufuklara yükseltmek istemiştir.”

Rasulullah’a Salatu Selam Getirmemiz Bize Emredilmiştir:

Rasulullah’a salatu selam getirmemiz gerektiği ayet ve hadisi şeriflerde bizlere bildirilmiştir:

“Allah ve melekleri, Peygamber’e çok salavat getirirler. Ey müminler! Siz de ona salavat getirin ve tam bir teslimiyetle selâm verin!” (Ahzab 56)

Rasulullah (sav) buyurmuştur ki: “Nerede olursanız olun bana salavat getirin. Şüphesiz sizin salavatınız bana ulaşır.” Yine Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Siz müezzini işittiğiniz zaman, onun dediği gibi söyleyiniz. Sonra bana salatu selam getiriniz.’’

Yine şöyle buyurmuştur: “Bana çokça salavat getirin. Doğrusu Allah Benim kabrimin yanında bir melek tayin etmiştir ki, ümmetimden biri bana salavat getirdiğinde bu melek der ki: Ey Muhammed falan oğlu falan bu saatte sana salavat getirdi.”

Ebu Hureyre’den: Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Bana salat edin; Allah da size salat etsin (merhamet etsin)!”

Hz. Enes’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bana çokça salavat getirin. Kim bana bir kere salat ederse, Allah ona on kere salat (rahmet) eder.’’

Abdullah b. Amr b. el-As’dan: Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir: “Bana salat edin. Zira bu, sizin için kat kat sevaptır.’’

Salatu Selam Getirmenin Hükmü ile İlgili Olarak Tefsirlerde Geçen Bilgiler Şöyledir: 

Ekser ulemaya göre, Rasulullah’a salat ve selam getirmek bir ibadet ve Allah’a yaklaşma vesilesidir. Allahu Teâlâ şerefli Nebisi’ne salatu selam okumayı müminlere emretmiştir. Emir vücubiyeti gerektirir.

 

İmam Azam ve İmam Malik hazretlerine göre namazda “son teşehhütte” salatu selam okumak namazın sünnetlerindendir. 

Rasulullah’a Salatu Selam Getirmeyi Terk Etmekten Sakındıran Emirler:

Ka’b b. Ucre’den rivayet olunmuştur. “Rasulullah ‘Minberi getirin!’ buyurdu, biz de getirdik. Bir basamak çıktı ve ‘Amin!’ dedi. Sonra ikinci basamağı çıktı ve: ‘Amin!’ dedi. Sonra üçüncü basamağı çıktı ve ‘Amin!’ dedi. Minberden indiğinde biz: ‘Ya Rasulallah! Bugün senden, daha önce işitmediğimiz bir şey işittik!’ diyerek bu durumu sorduk. Şöyle buyurdu: ‘Cebrail bana gelerek dedi ki: Kim ramazana ulaşır da kendisine mağfiret olunmazsa hayırdan uzak olsun!’ Ben de amin dedim. İkinci basamağa çıktığımda ‘Kim yanında senin ismin zikredilir de sana salatu selam getirmezse, o kimse, hayırdan uzak olsun!’ dedi, ben de amin dedim. Üçüncü basamağa çıktığımda: ‘Kim anne ve babasına yahut bunlardan birine ulaşır ve onlar onu cennete sokmazsa (onlara iyilik yapmak suretiyle cennette giremezse), hayırdan uzak olsun!’ dedi, ben de amin dedim.’ buyurdu.”

Hz. Cabir şöyle dedi: Rasulullah şöyle buyurdu: “Doğrusu Cebrail şöyle dedi: Kimin yanında ismin anılır da sana salatu selam getirmez, böylece günahları affedilmeden ölür ve cehenneme girerse, Allah hayırdan uzaklaştırsın! Sen de buna amin de! Ben de amin dedim.”

Ebu Zerr’den: Bir gün dışarı çıkıp Rasulullah’ın yanına vardım. Rasul-i Ekrem: “Dikkat edin! Size insanların en cimrisini haber vereyim mi?” diye sordu. Ashab: “Evet ya Rasulullah!” diye karşılık verdi. O da şöyle buyurdu: “Yanında ismim anılıp da bana salatu selam getirmeyen kimse, insanların en cimrisidir.”

Ebu Umame’den: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Bir topluluk, bir yerde toplanarak oturup sonra Allah’ı zikretmeden ve bana salatu selam getirmeden kalkarsa, bu meclis onlar için ancak pişmanlığa (veya günaha) sebep olur.”

Taberanî’den ise bu hadis şu lafızla gelmiştir: “Bir yerde toplanıp, daha sonra Allah’ı zikretmeksizin ve Peygamberi’ne salatu selam getirmeksizin dağılan hiçbir topluluk yoktur ki, bu, kendilerine kıyamet günü hasret ve nedamet olmasın!”

Rasulullah’a Salatu Selam Getirmenin Fazileti:

Hz. Ebu Hureyre’den rivayetle Rasulullah şöyle buyurdu: “Kim bana bir kere salat ederse, Allah da on kere salat eder.”

Talha’dan rivayetle Rasulullah şöyle buyurdular: “Cebrail bana dedi ki: Ey Muhammed! Ümmetinden sana salat eden hiçbir kimse yoktur ki, ben ona on kere salat etmeyeyim. Yine ümmetinden sana selam veren hiçbir kimse yoktur ki, ben ona on kere selam vermeyeyim.”

Ebu Burde b. Neyyar’dan rivayet edilmiştir: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetim içinde, kalbinden koparak bana salavat getiren hiçbir kul yoktur ki, Allah bu sayede kendisine on kere salat etmesin, on derece yükseltmesin, on sevap yazmasın ve on günahını silmesin.” Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Kim iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlara haksızlık edilmez.” (Enam 160)

“Mükafat ve ceza, yapılan işe uygun olan türden verilir.” kuralına uygun olarak Rasulullah’a getirilen salatın mükâfatı o nispette verilir. Allah’ın kula salat etmesini Kadı İyaz hazretleri şöyle açıklar: Allah ona merhamet etsin ve ecrini kat kat artırsın, demektir. Bazen salat, salat getireni şereflendirmek ve değerini yüceltmek için, görünüşüne ve zahirine göre, kelam halinde olur. Melekler bunu duyar. Nitekim hadisi kudside varit olmuştur: “Eğe beni bir topluluk içinde anarsa, ben de onu onlardan daha hayırlı bir topluluk içinde anarım.”

Said b. el-Museyyeb’in, Ömer b. el-Hattab’dan rivayetine göre şöyle demiştir: Peygamber’e salat getirilmedikçe yapılan duanın semaya yükselmesi perdelenir. Peygamber’e salat geldi mi dua yükselir.

Ebu Hureyre’dan rivayet edilir ki Rasulullah şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah’ın gezici melekleri vardır; zikir halkalarını araştırırlar. Herhangi bir zikir halkasına rastladıklarında birbirlerine: ‘Haydi oturun!’ derler ve otururlar. O topluluk dua ettiğinde onların duasına: ‘Amin!’ derler. Hz Peygamber’e salavat getirdiklerinde onlarla birlikte salavat getirirler. Onlar zikri bitirinceye kadar böyle devam eder. Sonra birbirlerine şöyle derler: Onlara ne mutlu! Onlar ancak günahları affedilmiş olarak dönerler.”

Abdurrahman b. Avf’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulullah vakıf hurmalıklarına doğru gitti. Hz. Peygamber hurmalığa girer girmez kıbleye yöneldi, secdeye kapandı. Secdeyi o kadar uzattı ki Allah’ın secdede onun ruhunu kabzettiğini sandım. Bakmak için yanına varıp oturdum. Rasulullah secdeden başını kaldırdı ve: “Kim o?” diye sordu. Abdurrahman, dedim. “Senin burada ne işin var?” diye sordu. Ben de. ‘’Ya Rasulallah! Sen secdeye kapandın, bir kere secde ettin, Yüce Allah’ın secdede senin ruhunu kabzetmiş olmasından korktum, dedim. Rasulullah (sav): “Cebrail bana gelip şu müjdeyi verdi: Doğrusu Allah azze ve celle sana salat edene ben de salat ederim, sana selam verene ben de selam veririm, dedi diye bana anlattı. İşte yüce Allah’a şükran olarak secde ettim.”

Ubey b. Ka’b der ki: Ya Rasulullah Ben sana salavat getirmeyi seviyorum. Kendim için yaptığım dua zamanından ne kadarını sana ayırayım, diye sordum. Rasulullah “Dilediğin kadar.” buyurdu. Ben sordum: “Dörtte birini?” O: “Dilediğin kadar. Eğer fazla zaman ayırırsan bu senin için hayırlıdır.” dedi. Peki yarısını, dedim. “Dilediğin kadar. Eğer fazla zaman ayırırsan bu senin için hayırlıdır.” buyurdu. Üçte ikisin mi, dedim: “Dilediğin kadar. Eğer fazla zaman ayırırsan bu senin için hayırlıdır.” ‘’buyurdu. Bunun üzerine ben, öyle ise kendim için olan dua vaktimin tamamını sana salatu selam getirmeye ayırayım mı, diye sordum. Rasulullah (sav): “Böylesi kaygına yeter. Günahların bağışlanır.’’ buyurdu.

Rasulullah’a Getirilen Salatu Selamlar:

Hadisi şeriflerde rivayet edilen salatu selamlardan bazıları şöyledir:

Ka’b b. Ücra’dan rivayetle: Bir gün ashab: “Ya Rasulullah! Sana nasıl selam vereceğimizi öğrendik, peki salavat nasıl getireceğiz?” diye sordu. Rasulullah şöyle buyurdu: “Şöyle deyiniz: Allahümme salli ala Muhammedin ve ala âli Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala âli İbrahim inneke hamidun mecid.”

Ebu Humeyd es-Said’den rivayete göre sahabe-i kiram: “Ya Rasulallah! Sana nasıl salat edelim?” diye sordular. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Şöyle deyin: Allahümme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihi ve zürriyetihi kemâ salleyte alâ âli İbrahime. Ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâcihi ve zürriyyetihi kemâ bârekte alâ âli İbrahime. İnneke Hamidün Mecid.”

Ebu Said el-Hudri’den şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah’a “Sana selam vermeyi biliyoruz. Fakat nasıl salat getireceğiz?” dedik. Rasulullah: “Şöyle deyin: Allahümme salli alâ Muhammedin abdike ve rasulüke. Kema salleyte alâ İbrahime ve barik alâ Muhammedin ve alâ ali Muhammedin. Kema barekte alâ İbrahime fil âlemine İnneke Hamidün mecid.’’

Rasulullah’a Salatu Selam Getirmenin Bazı Hususi Zamanları:

Hiç şüphesiz ki Hakk’ın Habib-i Edibi olan Âlemlerin Sultanı Efendimiz’e salatu selamın her zaman getirilmesi gerekir. Kaynak eserlerde bazı zamanlarda hususen dikkat edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

Cuma günü ve gecesi: Ebu’d-Derda’dan Rasulullah’ın şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: “Cuma günü bana çokça salatu selam getiriniz. Çünkü o gün, meleklerin şahit olduğu, meşhud bir gündür. Hiçbir müslüman yoktur ki, bana salatu selam getirsin de, bitirdiğinde salatu selam bana arz olunmasın.’’

Diğer bazı vakitler: Günün ilk ve son saatlerinde, ezan ve kametten sonra, mescide girerken ve çıkarken, namazda, dua esnasında salatu selam getirilmesi gelen rivayetlerde yer almaktadır.

İmam Razi şöyle buyuruyor: Hz. Peygamber’e yapılan salat, Hz. Peygamber’in o salata olan ihtiyacından dolayı değildir. Bu ancak, ona duyulan saygıyı izhar etmek içindir. Nitekim Cenabı Hak da, hiç ihtiyacı olmadığı halde, bize, kendisini zikretmemizi farz kılmıştır. Müminler Hz. Peygamber’e salat etmelerindeki gaye onları bununla şereflendirmektir. Çünkü onlar Hz. Peygamber’e salat ve selam getirme hususunda Allah’a uymuşlardır. 

Ebu Süleyman ed-Daranî diyor ki: “Kim Allah’tan bir niyazda bulunmak isterse, duasına Peygamberimiz’e salat ile başlasın. Sonra Allah’tan ihtiyaç duyduğu şeyi istesin. Sonra da duasını Peygamberimiz’e salat ile bitirsin. Zira Allah her iki salatı kabul edecektir. Allah, bu iki salat arasındaki niyazı reddetmeyip en iyi ikramda bulunacaktır.”

Hâce Hazretleri (ksa) şöyle buyuruyorlar: “Sen Rasul’e sevgini, O’nun zikrini, salatu selamını ne kadar artırırsan Allah da sana vereceğini o kadar artırır. Salatu selam O’nun methidir. O’nun bizde sevgisinin çoğalması için, O’na olan teslimiyetimizin artması için, O’na olan imanımızın kuvvetlenmesi içindir… Salatu selam buna vesiledir.”

Allahümme sallı alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âlî İbrahime ve barik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed’in kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahime fil-âlemine inneke Hamidün mecid.

 

Kaynak:

-Ahkam’ul-Kuran, İmam Kurtubi
-Mefatih’ul-Ğayb, Fahruddin er-Razi
-Safvetü’t-Tefasir, M. Ali es-Sabuni
-Peygamber Külliyatı, Muhammed b. Salih Ed- Dımeşki
-Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yay.
-Ahkâm Tefsiri, Muhammed Ali Sabuni
-Tefsir’ül Münir, Vehbi Zuhayli

 

Yazar: Tamer DOYMUŞ

 

Cumartesi, 06 May 2017 06:45

ÇOCUK GELİŞİMİNDE ERGENLİK DÖNEMİ

 çocuk gelişimi

Çocuk Gelişiminde Ergenlik Dönemi - Yusuf-i Kenân

Sayı : 110 - Şubat 2017

 

Çocuk Gelişiminde Ergenlik Dönemi

 

Ergenlik dönemi pek çok anne babanın zorlandığı ve işin içinden çıkamadığını hissettiği bir dönemdir. Bu dönemdeki zorlukları günlük hayatımızda, kendi ailemizde ve çevremizdeki örneklerle sık sık görmekteyiz. Belki de basit yönlendirmelerle çözümlenebilecek sorunların büyüdüğünü ve tüm aileyi derinden etkilediğini, hatta işin içinden çıkılamayacak gibi gözüken çeşitli durumlara soktuğuna sürekli şahit olmaktayız. Bu sebeplerle biz de mevcut yazımızda ergenlik dönemi psikolojisini çeşitli yönleriyle uzman psikologların klinik tecrübelerini paylaştıkları çeşitli yayın, makale ve kitaplarından derlediğimiz özet ve pratik bilgiler ışığında karınca kararınca işlemeye çalışacağız. Rabbim faydalı olabilmeyi nasip etsin.

Ergenlik yaklaşık 14 ile 21 yaş dilimine denk gelen tüm insan hayatına göre daha farklı bir şekilde olduğu gözden kaçmaması gereken bir kriz dönemidir. Kim hangi yorumu yaparsa yapsın ergenlik dönemi; yaşanılanlar, hissedilenler ve değişimler itibariyle hayatın diğer dönemlerinden farklı olduğu gibi insanın bütün hayatını da etkileyen önemli bir dönemdir. 

Ergenlik dönemi çocukluktan erişkinliğe geçişte adeta bir köprü gibidir. Bu geçişin sıkıntılı olmaması için anne ve babaların dikkat etmesi gereken çok önemli konular vardır. Öncelikle çocukluktan erişkinliğe geçişin sorunsuz ve mükemmel bir şekilde olması çok zordur. Öncelikle ebeveynlerin bu yöndeki beklentilerini yeniden gözden geçirmeleri gerekmektedir. Anne babaya düşen görev çocuklarının bu dönemi en az sıkıntı ile atlatmaları için ellerinden geleni yapmalarıdır. Bir problem çıkmadan mükemmel bir şekilde bu dönemin atlatılacağını düşünmek hata olur.

Ergenlik dönemini fiziksel olarak vücutta birkaç değişikliğin meydana gelmesi, yüzde geçici sivilcelerin çıkması, üreme kapasitesinin kazanılması, kişinin biraz agresifleşmesi olarak sınırlayamayız. Ebeveynler tarafından ergenlik dönemi bir bütün olarak ele alınıp uygun psikolojik yaklaşımın sağlanması ve ideal bir yetişme ortamının aile ve sosyal çevrede hazırlanması gerekir.

Ergenlik dönemi içerisinde değişimleri fark ederek uygun yaklaşımı sergilememiz halinde bu geçişin daha sağlıklı olacağı muhakkaktır. Bu dönemin sorunları ile ilgilenen çocuk ve genç psikiyatristi ana bilim dalları, psikiyatristler, psikolog ve eğitimciler mevcuttur. Bu dönemin etkilerini hafifletmek için uzmanların görüşüne başvurabileceğimiz imkan ve kaynaklara ulaşılarak muhakkak yardım alınmalıdır.

Ergenlikte çocukluk hızla geride kalarak hayat hızlı bir şekilde değişir. Bu dönemin kendine has özellikleri olmasına karşın en önemli özelliği; bütün hayatı etkileyen önemli gelişmelerin olmasıdır. Kazanılan olumlu ve olumsuz özelliklerin kişinin ömür boyu taşıyacağı özellikler haline gelmesi mümkündür. Toplam 5-6 yıl süren bu dönemdeki etkiler 50-60 yıl devam edebilir. Hayatın ilk yılları özellikle ilk beş yıl oldukça önemlidir ancak; insanın karakter ve kişilik gelişiminde ergenlik döneminin etkileri bilinen bir hakikattir.

Ergenlik döneminde çocuğun bakış açısı önem kazanır; artık anne babanın karşısında fizksel ve ruhsal olarak değişmiş bir kişi durmaktadır. Çocukluktan beri yapılagelen yönlendirmeler bu dönemde işe yaramayabilir. Daha dün altını değiştirdiğimiz küçük çocuğumuz artık kendi bildiğini daha çok yapmaya başlamıştır. Arkadaş çevresi onun için daha çok önem kazanmıştır. Aileden bağımsız bireysel kararlar almaya ve kendi doğrularını uygulamaya başlamıştır. Bu gelişmeler karşısında ise anne babalar kendi kontrollerini kaybediyormuş gibi düşünebilirler. İşte bu hızlı değişimi bilmek anne babaların çocuk üzerindeki kontrollerinin kaybolduğu sonucunu değil mevcut ergenlik döneminin bir sonucu olduğunu hatırlatarak kendilerini daha güvende hissettirecektir.

Ergenlik döneminde tek etkilenen ebeveynler değildir. Ergenliğe ve bu dönemin getirdiklerine anne babalar ayak uydurmaya çalışırken ergen bireyin de eş zamanlı olarak zorlandığını belirtmek gerekir. Ergenlik dönemine giren genç birey, fiziksel ve ruhsal değişimden dolayı uyum güçlüğü yaşamaktadır. Fiziksel değişim genç bireyin çevresini de değiştirmeye başlamıştır. Özellikle hobiler, ilgiler, arkadaşlar, sosyal aktiviteler, kültürel atmosfer değişmeye başlamıştır. İşte bu değişikliklerin aile yapısına, dini değerlere, toplumumuzun sosyo-kültürel yapısı ile zıt olarak gerçekleşmemesi önemlidir. Aile ile çatışmaların en az olması için anne baba ve aile ekseninde bir değişim olması, ailenin sınırlarının çok fazla zorlanmaması gerekir. Aileler değişimden kaynaklanan bir uçurum gözlemlediklerinde daha fazla çocuklarının kendilerinden uzaklaştığını düşünüp daha fazla müdahale ederek stres oluşturmaktadırlar. 

Bu dönem çok önemlidir. Acaba ebeveynler ne yapmalı ki; bu dönem en etkili ve verimli bir şekilde geçsin. Anne babalar hangi noktalara dikkat etmeli ki bu dönem, bütün bir hayatı olumlu olarak etkilesin? Nasıl davranmalı ki genç bireyin davranışları anne baba ve çevreye uyumlu hale gelsin ve çatışma yaşanmasın? Nasıl bir çevre olmalı ki genç bu çevreden olumsuz etkilenmesin?

Hep bu soruların cevabı insan hayatının bu dönemini ayrıntıları ile incelemeye değer bir nitelik katar. Bütün hayatı etkileyen kişilik oluşumunun temel taşları bu dönemde yerine oturur. Bu dönem önemlidir. Çünkü, genç bireyin tüm hayatını etkileyen iyi ve kötü anlamdaki tüm alışkanlıklar bu dönemde şekillenir. Ayrıca aile içerisinde ergen bireyin anlaşılamamasından kaynaklanan anne baba çatışmalarının yoğunlaştığı bir dönem olabilir. Bu dönem önemlidir çünkü ergenlik dönemini yaşayan genç birey için bazı iç çatışmalar söz konusu olup bu çatışmaların çözümü onun ruh sağlığı için önemli olabilir. Bu dönem önemlidir çünkü; eğer psikiyatrik problemler varsa zamanında müdahale edilmelidir. Bu dönem önemlidir çünkü; hayata ait önmeli bir viraj olup savrulmadan atlatmak gerekir.

Ergenlik Döneminin Özellikler:

1.Anlaşılmak: 

Ergen gençlerin başkaları tarafından anlaşılmayı beklemesi sık karşılaştığımız bir durumdur. Birçok ergende kendilerinin anlaşılmadığı duygusu hakimdir. Anlaşılmama duygusu sıklıkla anne babanın kendisini anlayamadığı şekilde karşımıza çıkar. Onu en iyi anlayanlar daha çok arkadaş çevresinden oluşmaktadır. Hatta bazen onların bile kendisini tam olarak anlamadığını düşünüp yalnızlığa çekilebilirler.

Bu dönemde, ergen bireyin kendi bakış açısı ile olayları değerlendirmesi hakimdir. Ergen birey çocukluktan kurtulma ve ayrı birey olma sürecinde kendi bakış açısı ile olayları değerlendirmeye çalışacaktır. Çocuklarımızın fıtraten, zevk ya da ilgi bakımından ebeveynleri olarak bizlerin kopyası olmadığını unutmamalıyız. Her insan ayrı bir dünyadır. 

Kuşaklar arası görüş farklılığı bu dönemde ergenlere anlaşılmadıkları duygusunu hissettiren önemli özelliklerden birisidir. Her anne babanın yetiştiği kültür ortamı ve çevre şartları vardır. Bu geçmişin özellikleri ile günümüzdeki şartlar değişmiştir. Yeniliklere açık olmak ve bunu çocuklarımıza hissettirmek aile içi iletişimin kopmamamsını sağlar.

2. Duygusal Yoğunluk: 

Ergenlik döneminin önemli özelliklerinden bir tanesi de duygusal dalgalanmalar ve yaşanan duygusal yoğunluktur. Bu dönemdeki gençler hemen bütün bir ergenlik dönemi boyunca duygusal dalgalanma yaşayabilirler. Duygusal dalgalanma ve yoğunluk ayrı ayrı şeyler ifade eder. Gençler çocukluk döneminden sıyrılıp hayatın daha farklı ve beklide onlar için önceden yaşamadıkları duyguları yaşatan bir döneme girmişlerdir. Duygusal dalgalanma yeni duruma uyum ve farklı şeyleri yaşama ile artar.

Yaşanan yeni duygular ergen bireylerde önce bir karmaşaya sebep olabilir. Yaşanan her yeni olayın önce bir algılama ve özümleme süreci vardır. Gençler ergenlik döneminde hayatın iyi ve kötü olarak farklı yönlerini keşfetmeye başlamışlardır. Erişkinliğe geçişte onları bekleyen bazı gerçekler bulunmaktadır. 

Duygusal yoğunluğu yaşayan ergenler birçok duygusal ruh halinde oldukça farklılık yaşarlar. Örnek olarak mutluluk çok yoğun ve fazla yaşandığında sevindirici olaylar karşısında oldukça farklı bir ruh hali gözlemlenebilir. Bu sebeple yoğun duygulanım dışarıdan bakıldığında bir miktar şaşkınlık oluşturabilir. Duygusal yoğunlaşma ile çevre ile olan ilişkilerde bazı zorluklar oluşabilir.

3. Soyut Düşünceye Geçiş:

Soyut kavramların temelleri hayatın erken yıllarında atılmakla birlikte belirgin olarak 7 yaşından sonra kendini göstermeye başlar. Tam anlamıyla 11-12 yaşından sonra düşünce yapısında yerleşmeye ve kişide yeterli hale gelmeye başlar. Ergenlik sonuna kadar giderek zenginleşir. Ergenlik bittiğinde ise erişkin seviyesine gelmesi beklenir. Bu döneme kadar çocuklarda soyut kavramlar tam olarak anlaşılamaz. Ergenlik dönemi ile birlikte hem soyut düşüncede hem de soyut kavramlarda bir artış söz konusudur. Ergenlik dönemindeki gençler hem çocukluktan çıktıkları ve çocuksu şeylerden vazgeçtikleri için hem de artık erişkin ve farklı birey olma yolunda olduklarının farkına vardıkları için soyut düşünce ve fikirlere eğilim gösterirler. İdeolojik görüşler, siyasi kavramlar, ölüm ve ötesi, gerçek sevgi, aşk, hayatın anlamı, sadakat, güven gibi konular hem ergen bireyin ilgisini çeker hem de bu meşguliyetler onda soru işareti olabilir.

Burada ergen bireyin hayatı anlama yönündeki çabasına ebeveynlerin, hayatın tanımını ve anlamını izah ederek bu sürecin en olumlu şekilde geçebilmesi yönünde destek vermeleri çok önemlidir.

4. Tehlike Bana Dokunmaz: 

Ergenlik döneminin en önemli düşünme tarzlarından birisi de tehlike bana dokunmaz fikridir. Bu fikir ergenleri tehlikeye düşme konusunda daha bir savunmasız yapar. Tehlike bana dokunmaz fikri kötü akımlara kapılarak kötü alışkanlıkların oluşmasında en önemli faktörlerdendir.

Bunun yerine nasihat etmek yerine tehlikeli ortamlar hakkında çocuğa bilgi vermek en etkili olanıdır. Tecrübe en pahalı öğretmendir. Ergen bireyin yaşadığı zorluklardan ders alma beklentisi riskli olabilir. Gidişat olumsuz olduğunda ödenecek diyette ağır olabilir. Mizaç olarak dürtüsellik özelliği öne çıkan çocuklarda yani sonucunu düşünmeden tezcanlı, fevri davranan bu çocuklarda bu düşünce tarzı çok yaygındır.

5.Kimlik Arayışı Bunalımı:

Kimlik arayışı ergenlik döneminde belirgindir. Çocukluktan erişkinliğe geçişte farklı bir birey, farklı bir kimlik ortaya çıkacaktır. Bu farklı kişiliğin gelişiminde kimlik arayışı olması beklenen bir sonuçtur. Önceden çocukluk dönemine ait duygu ve düşünceleri olan genç birey idealleri, hedefleri olan çevrenin beklentilerinin arttığı bir birey haline gelmiştir. Burada ergen gencin kendini bulma çabası kimlik bunalımı şeklinde yorumlanabilir. Kimlik inşası bir binanın inşasına benzer. Anne babalar iyi birer usta olmalıdır.

6.Özgürlükte Sınır: 

Bireyin özgürlük arayışı ergenlik döneminde adeta zirveye çıkar. Özgürlük arayışı okul ve aile otoritesinin sert duvarlarına çarpar. Bu otorite daha çok anne babanın koyduğu kurallardır. Çocuğunu kontrol etme içgüdüsü yönünde hareket eden anne baba ergen bireyi daha fazla sıkıştırır. Çocuk üzerinde otoriteyi arttırmaya çalışır. Otorite ile arası iyi olmayan ergen birey ile ebeveynleri arasında çatışmalar yaşanır. Burada ebeveynler sınırı iyi çizmelidir. Yasak koymayı emri vaki değil sürekli sebeplerini anlamalarını sağlayacak örneklendirmelerle anlatarak sınırları ailenin kültürel dokusuna uygun şekilde çizmelidir.

7. Değişmeyen Değerleri Öğretmek: 

Zaman sürekli değişmekle birlikte değişmeyen değerler ve değişebilecek değerler mevcuttur. Çocuklarının sağlam bir karakterde olması her anne babanın çocukların görmek istediği en başta gelen haslettir. İşte bunun için çocuklara değişmeyen değerlerimizi aşılayabilmeliyiz. Bu değişmeyen değerlere örnek verecek olursak en başta dinimiz İslam’dır. Ve onu tamamlayan güzel ahlaktır. Fedakarlık, cömertlik, sorumluluk, güvenilirlik gibi örneklendirebiliriz.

Çocuk yetiştirmenin ve bu değişmeyen değerleri çocuklarımıza aktarabilmenin yolu aile de başlar. Çocuk bir değeri aile içerisinde müşahade eder, eğer aile yaşayarak o değeri üzerine bulunduruyorsa zaten onda yerleşir. Kalıcı değerleri verebildiğimiz takdirde çocuğumuz ergenlik dönemi ile birlikte bu değerleri hayatı boyunca yaşayacaktır.

8. Değişen Günümüz Şartlarına Ayak Uydurma:

Günümüz dünyası çok hızlı değişmelere sahne olmaktadır. Bu kadar hızlı değişiklik insan hayatını da etkilemektedir. Şehir hayatı ve teknoloji ile değişen imkanlar bazı yönlerden olumlu, bazı yönlerden de olumsuz etkilemektedir. TV ve bilgisayar karşısında geçirilen bireysel zamanlar artmıştır. Buna karşın çok önemli bir aile fonksiyonu olan ortak geçirilen zamanlar azalmıştır.Bu durum ergenlik dönemine de olumsuz etki etmektedir. 

Ergenlik sosyalleşmeyi gerektririr. Bu dönemde ergenler sosyal çevreye daha çok ihtiyaç duyarlar.

Sonuç Olarak

Çocukluktan kazanılan iletişim ve etkileşim modelleri uzun süreli olmaya adaydır. Anne baba genç bireyi ergenlik döneminde daha iyi yönlendirmek için çocukluk döneminde bu modelin temellerini atmalıdırlar. Çocukluk döneminde anne baba ile iyi bir iletişim ve duygusal paylaşımı olan gençlerin ergenlik döneminde de kendi duygularını anne baba ile paylaşanlar ergenlik döneminde de bunu rahatlıkla yapabilir.

 

Yazar: Yusuf-i Kenan

 

Cuma, 21 Nisan 2017 12:18

DİL ve AFETLERİ - 6 MİZAH / ŞAKA

dil ve afetleri 6

Dil ve Afetleri -6 Mizah / Şaka - Şeb-i Vuslât

Sayı : 110 - Şubat 2017

 

Dil ve Afetleri -6 Mizah / Şaka

 

Allah Rasulü (sav) şöyle buyurmuştur:

“Kardeşinle çekişme ve ona sevmediği şakaları yapma.”

Şaka da hoş karşılanmayan, yasaklanan; aşırıya kaçmak ve devamlı yapmaktır. Devamlı şaka yapmanın sakıncası, vakti oyun ve eğlenceyle meşgul etmesidir. Oyun caizdir, ancak devamlı yapılması kınanmıştır. Aşırıya kaçmanın sakıncası ise, şakanın çok gülmeye sebep olmasıdır. Çok gülmek kalbi öldürür. Bazen da kin tutmaya sebep olur. Olgunluğu ve vakarı düşürür.

Şakanın Ölçüsü

Herhangi bir düşmanlık, kin ve kırgınlığa sebep olmayan şakalara müsaade edilmiştir. Bu konuda Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ben şaka yaparım; ancak haktan başkasını söylemem.”

Şaka yapıp, haktan başkasını söylememek ancak Allah Rasulü’nün işidir. Başkaları ise şaka yapmaktan gayesi ne şekilde olursa olsun insanları güldürmektir. Peygamber Efendimiz buyurmuştur ki:

“Bir kimse meclisteki arkadaşlarını güldürmek için öyle bir söz söyler ki, bu yüzden Süreyya yıldızından daha uzak bir mesafede ateşe atılır.”

Hz. Ömer (ra) demiştir ki: “Çok gülenin heybeti az olur. Şaka yapan hafife alınır. Bir şeyi çok yapan onunla anılır. Çok konuşanın yanlışı çok olur. Yanlışı çok olanın hayâsı azalır. Hayâsı az olanın takvası az olur. Takvası az olanın kalbi ölür.”

Bir de çok gülmek insanın ahireti unuttuğunu gösterir. Rasul-i Ekrem (sav) şöyle buyurmuştur: “Benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.”

Yusuf b. Esbat (ra) diyor ki: “Hasan-ı Basrî, otuz yıl boyunca hiç sesli olarak gülmemiştir.”

Denildiğine göre, Atâ es-Sülemî kırk sene sesli olarak gülmemiştir. 

Şakada yalana yer verilmemelidir. Şaka yoluyla başkası küçük duruma düşürülmemelidir. Ateşle, silahla korkutarak şaka yapılmamalıdır. Şaka caizse de ifrata gidilmemeli, hele hele insanları güldürmek meslek yapılmamalıdır.

Gülmeyi Hoş Görmeyen Âlimlerin Sözleri

Vüheyb b. Verd, ramazan bayramında gülmekte olan bir topluluğa baktı ve şöyle dedi: “Şayet bunlar günahları bağışlanmış kişilerse, şükredenler böyle yapmaz. Eğer bağışlanmamışlarsa, korkanlar böyle yapmaz.”

İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: “Gülerek günah işleyen kimse, (tevbe etmezse) ağlayarak cehenneme girer.”

Muhammed b. Vâsi’ (ra), yanındaki birine, “Cennette bir adamın ağladığını görsen şaşırmaz mısın?” diye sordu; adam, “Evet, şaşırırım!” deyince, Muhammed b. Vâsi’: “Akıbetinin ne olacağını bilmediği halde, dünyada gülen kişinin durumuna daha çok şaşılır.” dedi.

Gülmenin Ölçüsü

Bu anlatılanlar gülmenin afetidir. Kınanan gülme, kahkaha şeklinde olandır. Makbul olan gülme ise, ses çıkarılmadan sadece dişler görünecek şekilde tebessüm etmektir. Allah Rasulü’nün gülmesi böyle idi.

Muâviye’nin azatlısı Kasım şöyle anlatmıştır:

İnatçı bir devenin sırtında bulunan bedevinin biri, Allah Rasulü’ne yöneldi ve selam verdi. Adam bir şey sormak için Rasulullah’a yaklaştığında deve onu uzağa götürüyordu. Bu birkaç kez oldu. Bu manzara karşısında sahabeler gülüyordu. Sonra devesi onu sırtından atıp boynunu ısırdı ve adam öldü. Durumu Efendimize haber vererek: “Ey Allah’ın Rasulü! Azgın deve adamı düşürdü ve öldürdü!” dediler. Efendimiz de: ‘Evet! Sizin ağızlarınız da onun kanıyla doldu!’ buyurdu. Efendimiz bu sözüyle o haldeki birisine gülmelerinin doğru olmadığını anlatmak istemiştir.

Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: “Şaka yapan hafife alınır.”

Saîd b. Âs oğluna şöyle demiştir: “Ey oğlum! Şerefli kimseyle şakalaşma, sana kızar. Düşük kimseyle de şakalaşma, hakaret eder.”

Ömer b. Abdülaziz (ra) der ki: “Allah’tan korkun ve şaka yapmaktan sakının. Çünkü o, nefret doğurur ve insanı çirkin şeylere sürükler. Kur’an’dan bahsedin, Kur’an ehliyle oturun. Bu size ağır gelirse, geçmiş büyüklerin menkıbelerinden bahsedin.”

Hz. Ömer (ra) yanındakilere: “Şakaya niçin mizah denildiğini biliyor musunuz?” diye sordu; onlar “Hayır.” dediler; Hz. Ömer: “Sahibini haktan uzaklaştırdığı için.” dedi.

Denildi ki: “Her şeyin bir tohumu vardır; düşmanlığın tohumu da yersiz şakadır.”

Soru: Allah Rasulü ve onun ashabı zaman zaman şaka yaptıkları halde bu nasıl yasaklanır?

Cevap: Eğer sen de Allah Rasulü ve ashabı gibi şaka yapabilirsen bunda hiçbir sakınca yoktur. Şöyle ki: Şaka yaparken doğruyu söyleyeceksin, yalana yer vermeyeceksin, kimseyi incitmeyeceksin, aşırıya kaçmayacaksın, her zaman değil ara sıra yapacaksın. Şaka yoluyla başkasını küçük duruma düşürmeyeceksin, ateşle, silahla korkutarak şaka yapmayacaksın.

Şaka caizse de ifrata gidilmemeli, hele hele insanları güldürmek meslek edinilmemeli. Şayet insanın şakayı sanat haline getirmesi, devamlı yapması, aşırıya kaçması, sonra da “Allah Rasulü de şaka yapardı!” deyip onun sünnetine sarıldığını düşünmesi büyük bir hatadır. Böyle delil getirmek yanlıştır. Çünkü küçük günahlar, ısrar neticesinde büyük günaha dönüşür. Bazı mubahlar da ısrar sonucunda küçük günaha dönüşür. Bunlar unutulmamalıdır. Aslında unutulmaması gereken günahın küçüğü büyüğü değil de kime karşı işlediğimizdir.

Ebu Hureyre (ra) anlatır: Sahabeler: “Ey Allah’ın Rasulü! Sen bizimle şakalaşıyorsun.” dediklerinde Peygamber Efendimiz (sav):

“Ben sizinle şakalaşsam da haktan başkasını söylemem.” buyurdu. 

Allah Rasulü’nün Şakaları

Hasan-ı Basrî’den (ra) rivayet edilmiştir: Yaşlı bir kadın Allah Rasulü’nün yanına geldi ve Peygamber Efendimiz ona:

“Yaşlı kadınlar cennete giremezler.” buyurdu. Bunun üzerine kadın ağlamaya başlayınca, Peygamber Efendimiz sözünün ne manaya geldiğini şöyle açıkladı:

“Sen, o gün yaşlı olmayacaksın. Allah ayetinde, “Gerçekten biz cennetlik kadınları güzel bir şekilde yeniden yarattık. Onları hep bâkire yaptık.” buyurmaktadır.”

Zeyd b. Eşlem (ra) anlatır: Ümmü Eymen isminde bir kadın Rasul-i Ekrem’e (sav) gelerek:

“Kocam sizi davet ediyor.” dedi. Peygamber Efendimiz:

“Senin kocan kim? Gözlerinde beyazlık olan kişi mi?” diye sordu. Kadın; “Vallahi gözlerinde beyazlık yoktur.” dedi. Rasulullah Efendimiz: “Hayır! Kocanın gözlerinde beyazlık var.” buyurdu. Kadın, “Vallahi yoktur.” dedi. Rasul-i Ekrem Efendimiz: “Gözünde beyazlık olmayan hiçbir kimse yoktur.” buyurdu.

Hz. Peygamber Efendimiz (sav) bununla göz hastalığını değil, göz bebeğini çevreleyen beyazlığı kastetmiştir.

Başka bir kadın Rasulullah Efendimiz’e gelerek: “Ey Allah’ın Rasulü! Beni bir deveye bindir.” dedi. Peygamber Efendimiz: “Hayır, biz seni deve yavrusuna bindireceğiz.” buyurdu. Kadın; “Deve yavrusunu ne yapayım; o beni taşıyamaz.” deyince, Rasulullah: “Her deve başka bir devenin yavrusudur.” buyurdu.

Allah Rasulü’nün Eşleriyle Şakalaşması

Peygamber Efendimiz Hz. Aişe ile yeni evlidirler. Beraber koşu yarışı yaparlar. Hz. Aişe kazanır. Aradan birkaç yıl geçer. Hz. Aişe kilo almış ve biraz şişmanlamıştır. Tekrar yarışırlar. Bu kez Peygamber Efendimiz kazanır. Gülümseyerek, “Şimdi ödeştik.” der.

Alkame , Ebû Seleme’den şöyle rivayet etmiştir:

“Allah Rasulü, torunu Hz. Hasan’a dilini gösterirdi. Çocuk da dedesinin mübarek dilini görür, sevinir ve ona koşardı. O sırada Uyeyne b. Bedr el-Fezârî, Rasul-i Ekrem’e: ‘Vallahi! Benim on tane çocuğum var. Hiç birisini öpmedim.’ dedi. Efendimiz: ‘Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.’ buyurdu.”

Rivayet edilen şu olayı da anlatarak konumuzu sonlandıralım:

Havvât b. Cübeyr, Mekke yolu üzerinde, Kâ’boğulları kabilesinden olan kadınların arasında oturuyordu. O sırada Allah Rasulü onu gördü ve “Ey Ebû Abdullah! Kadınların içinde ne işin var?” diye sordu; Havvât, “Kaçan devemi tutmak için bana yular örüyorlar.” dedi. Bundan sonrasını Havvât şöyle anlatır:

“Allah Rasulü bir işi için gitti ve dönüşte tekrar beni kadınların arasında görünce,

‘Ey Ebû Abdullah! O senin deve inadı bırakmadı mı?’ buyurdu. Ben sustum ve utandım. Bundan sonra her ne zaman Rasulullah’ı görsem utancımdan saklanıyordum. Bir zaman sonra Medine’ye geldim. Bir gün mescitte namaz kılıyordum. Peygamber Efendimiz beni gördü ve yanıma oturdu. Ben de namazı uzattım. Bunun üzerine bana, “Uzatma! Ben seni bekliyorum” buyurdu. Selâm verince de: “Ey Ebû Abdullah! Senin deve daha serkeşlik edip kaçmayı bırakmadı mı?” buyurdu. Sustum ve utandım. Ben bundan sonra da ondan saklanmaya devam ediyordum. Yine bir gün Allah Rasulü, bir eşeğin üzerine binmiş ve iki ayağını yan taraftan uzatmış olduğu halde karşılaştım. Bana: “Ey Ebû Abdullah! Senin deve hâlâ serkeşlik edip kaçmayı bırakmadı mı?” buyurdu. Ben de, “Seni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, müslüman olduğumdan bu yana deve serkeşlik etmedi!” dedim. Bunun üzerine Allah Rasulü: “Allahu ekber! Allahu ekber! Allah’ım, Ebû Abdullah’ı hidayet et!” diye dua etti. Bu olaydan sonra Havvât, güzel bir müslüman oldu ve Allah (cc) onu hidayet üzere tuttu.

Rabbim razı olmadığı hal ve davranışlarımızdan bizleri kurtarsın. Rabbimizden razı olabilmeyi ve O’nu razı edebilmeyi cümlemize nasip etsin inşaallah.

Kaynakça:

Dil Belâsı, Hüccetü’l İslam İmam Gazali, Semerkand Yayınları, 2011

 

Yazar: Şeb-i Vuslât

 

Cuma, 21 Nisan 2017 12:05

HASTALARI ZİYARET

hasta ziyareti

Hastaları Ziyaret - Nurten ÖZEN

Sayı : 110 - Şubat 2017

 

Hastaları Ziyaret

 

Bizleri yoktan var eden, varlığından haberdar eden Rabbimize hamdu senalar, başlarımızın tacı gönüllerimizin ilacı sevgili Peygamberimize salatu selam her türlü ihtiram varisi ekmellerinin üzerine olsun. 

Müslümanların birbiri üzerinde hakları vardır. Hastayı ziyaret etmek bu haklardan biridir. Hasta ziyareti; ister salih ister fâsık olsun, hastanın hal ve hatırını sormak, gönlünü almak, gücü yettiğince ihtiyacını karşılamak demektir. Bir hastayı bulunduğu yerleşim biriminde hiç kimse ziyaret etmez ve ihtiyaçlarını karşılamazsa orada yaşayan bütün müslümanlar sorumlu olurlar. Böylelikle tıpkı aç olanı doyurmak ve esir olanı esaretten kurtarmak gibi hasta ziyareti de farz-ı kifaye hükmünü alır.

Hasta Ziyaretinin Güzelliği

Şimdi Rasulü Ekrem Efendimizin bu konudaki buyruklarını dinleyelim.

“Bir müslüman, hasta bir kardeşini sabahleyin ziyarete giderse; yetmiş bin melek akşama kadar, akşam ziyarete giderse, sabaha kadar onun bağışlanması için Allah’a yalvarır.” (Ebu Davud, İbni Mace) 

Kıyamet gününde Allahu Teala ile hastayı ziyaret etmeyen insanlar arasında şöyle konuşmalar geçecektir: “Ey Ademoğlu! Hastalandım beni ziyaret etmedin!” “Allahım Sen Alemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim?” “Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun.” buyurur. 

İbni Mace’nin rivayetine göre Rasulullah Hz. Ömer’e: “Bir hastanın yanına girdiğinde sana dua etmesini iste! Çünkü onun duası meleklerin duası gibidir.” buyurmuşlardır. İbni Mesud hastalandığında Rasulü Ekrem Efendimiz onu ziyareti esnasında şöyle buyurdu: “Bir müslümana hastalık ve daha başka eziyet verici bir şey isabet ederse, muhakkak Allah, ağacın kendi yapraklarını döktüğü gibi o kimsenin günahlarını döker.

Nasıl Ziyaret Etmeli 

Peygamber Efendimiz’den öğrendiğimize göre: Hastayı ziyaret eden kimse, elini hastanın alnına koyarak veya elini tutarak nasılsın diye hatırını sormalı, geçmiş olsun, hastalığın günahlarına keffaret olur inşallah, demeli ve ileride güzel günler göreceği temennisiyle onu rahatlatacak ve ümit verecek konuşmalar yapmalıdır. Hastanın yanında iyi ve hayırlı sözler söylemelidir; çünkü orada bulunan melekler yapılan dua ve temennilere amin derler. Uygun zaman kollamalı ve hasta ziyareti kısa olmalıdır. Moral bozucu boş sözlerden sakınılmalıdır. 

Bir gün Cebrail Hz. Peygamber’in yanına geldiğinde O’nun rahatsızlığını gördü ve şöyle dua etti: “Seni rahatsız eden her şeyden Allah’ın adıyla iyileşmeni dilerim. Her nefsin veya haset eden her gözün şerrinden Allah sana şifa versin. Allah’ın adıyla iyileşmeni dilerim.”

Hz. Aişe annemiz şöyle anlatıyor: Hz Peygamber (sav) bir hasta ziyaretine gittiğinde mübarek elini ağrının sızının bulunduğu yere koyar, bismillah derdi. 

Bir Yahudi çocuğu Peygamber Efendimiz’e hizmet ederdi, çocuk bir gün hastalandı. Sevgili efendimiz onu ziyarete gitti, başucuna oturdu ve ona: “Müslüman ol!” buyurdu; Çocuk yanında duran babasının yüzüne baktı, babası: “Ebu Kasım’ı dinle.” deyince çocuk müslüman oldu. Şefkat Peygamber’i oradan ayrılırken şöyle şükretti: “Şu yavrucağı cehennemden kurtaran Allah’a hamdolsun.” (Buhari, Cenaiz, 79)

Velhasılı; rahmet Peygamberi Efendimiz büyük-küçük demeden hasta ziyaretine önem verirdi. Zira hastalık insanların en zayıf olduğu anlardan birisidir. Onlarla ilgilenmek, duasını almak, belki dua etmek, mümkünse nasihat etmek, şifa dilemek, hastalığın bir nimet olduğunu, günahları temizleyici olduğunu bildirmek gerekir.

Rabbimiz cümlemize maddi manevi şifalar ihsan buyursun. Hastalık gelmeden sağlığın, meşguliyet gelmeden boş vaktin, fakirlik gelmeden zenginliğin kıymetini bilmeyi nasip etsin.

Amin...

 

Yazar: Nurten ÖZEN

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort