JoomlaLock.com All4Share.net

Gülzâr-ı Hâcegân

Pazar, 01 Ocak 2017 00:01

NE YAPARSAN YAP SEVGİ İLE YAP

 ne yaparsan yap sevgili ile yap

Ne Yaparsan Yap Sevgi ile Yap - Gönül Pınarından

Sayı : 106 - Ekim 2016

 

Ne Yaparsan Yap Sevgi ile Yap

 

Yüce Allah’ın ismiyle başlayalım. Bismillahirrahmanirrahim. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. 

Her türlü nimeti bize ihsan eden Allah’a hamd olsun tek ve gerçek din olan İslamı bize tebliğ eden ve en büyük sevgi örneği Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’e, O’nun ehli beytine ve ashabına salât ve selâm olsun.                    

Hâce Hz. buyuruyorlar ki: “Sevgiyle kalbe yazılanın dışındaki her şey değiştirilebilir; ancak sevgi ile kalbe yazılan bakidir. Kur’anın muhafazası bu yolla gerçekleşmiştir.” Sahabe efendilerimiz her şeye sevgi ile başladılar ve bunu hiç değiştirmediler. O sevgilerini öyle muhafaza ettiler ki bu sevgi bugün bizlere kadar gelmiştir. Hayattaki en büyük sevgi örneği onların sevgileridir. Onlar sevdiler ve hiç vazgeçmediler; çünkü o sevgiyi kalplerine-bedenlerine kazımışlardı. Bedenleri her ne kadar işkence görse de ruhları bu sevginin tadını almıştı; çünkü Cenabı Hak bizleri sevmiş yaratmıştır. Sevgiyi kalbimize yerleştirmiştir. O sevgi için her şeyi var etmiştir. 

Sevgi “Sen olmasaydın hiçbir şey olmazdı!” diyebilmektir. O’nu bilince, bulunca aslında kendini buluyor insan. Sevgi de ondan, aşk da ondan, aşık da ondan… Kalbimizin muhabbeti, çiçeği, yağmuru, yazısı, kalemi de ondan. İnsan o sevgiyi hissetmese bir şey yapabilir mi? Öyle bir şeyi sevmeli ki insan, onu sevdikçe yarattığı her şey onundur diye sevmeli. Her işe sevgi ile başlamalı. Bütün yönleri tek yöne çıkartmalı. “Tevhidi kıble” olmalı tek yönü, bütün sevgilerin yönü bu caddeye çıkmalı.

Yıldızlar gecenin karanlığını yırtarak yeryüzüne bütün sevgisini dağıtmıyor mu? Bu alemdeki her şey o sevgiyle diriliyor, sevgiyle devam ediyor. Bu alem bir okul ise o okul sevgi öğrenme yeridir. Bir vuslat yeridir o okul. Dersimizin adı ise rıza ve teslimiyettir. Bu yüzden gül bülbülün yuvası oldu. Öyle çabuk büyüdüler ki bitkiler, fidanlara hasret kaldılar. Nisan seli öyle çabuk aktı ki okyanusun içindeki midyenin yuvarlak incisi oldu, ona teslim oldu. 

Sevgi insanın kalbine öyle bir girdi ki, gözünden akan yaş onun hasretinden sel olup bir aşka dönüşüp rıza ve lika incisi oldu ve olmalı. Bütün sevgilerin yolu kalp diyarına gider, bütün sular okyanusa akar. Bütün sevgiler kalpte başlar. Göz neyi görürse onu sever. 

“Yaradılanı severiz yaratandan ötürü” Cenabı Hak’tan başka neyi sevebiliriz ki? Neyi seversek sevelim Allah için sevelim. Aslında sevgi insanın bir nevi meyvesidir. Eğer sevgi ağacımız tutmamışsa dışarıdan başka yaprakları ona tutturamayız. 

Sevgi insanın gönlünde bir tohum gibidir. Toprağa gömülü olan tohumlar sevgiyle yeşerdiği gibi insanın gönlündeki o sevgi tohumları da bizdeki o filizleri ortaya  çıkaracaktır. Yeter ki sevmesini bilelim. Neyi ve kimi sevdiğimize dikkat edelim. O zaman bizdeki bu hazinenin nereden geldiğini anlar, kemale erer, olgunlaşırız. Allah’a ve Rasulü’ne mertebe mertebe gideriz. 

İşte o sevgiyi, o  gönül toprağına eken bir bahçıvanımız  olması lazım. Bir eğitimden geçmemiz lazım. O gönül ağacımızı yabani otlardan, yabani haşerelerden temizleyen bir sahibimiz olması lazım ki o sevgi ağacımız güzel filizler versin. Kendi kendimize bunu yapamayız. Bize Allah ve Rasulünü tanıtan bir  rehbere mutlaka ihtiyacımız var. 

Hâce Hz: “Bizim yolumuz sevgi yolu.” buyuruyorlar. Nasıl bir sevgiye ihtiyacımız var? Nasıl bir sevgi istiyoruz? Sevmeden hiçbir şey olmuyor. Hâce Hz. buyuruyorlar: “Cenabı Hakk’ın sıfatlarının misalleri vardır. Sıfatlarının varlıklarla irtibatı vardır. Aşk dediğimiz sıfat da Cenabı Hakk’ın en kadim sıfatlarındandır. İşte bizler de bu sevgimizi O’nun bize verdiği bu nimetlerde görürüz; mesela O’nun bize verdiği evlatlarda, eşyalarda, eşlerde bu sevgimizi anlayabiliriz. Dünyaya meyl duygusuyla bizi bunlara meylettiren nedir? Onların güzelliğidir. Halbuki onlar da Cenabı Hakk’ın güzelliğidir. Aslında biz Hakk’a aşığız ama ismine Hak diyemiyoruz. İsmine Şirin diyoruz, Leyla diyoruz. Ne zaman Leyla aradan çekilirse o zaman Mevla demeye başlıyoruz. O sevgilerin Mevla’dan olduğunu anlarız ama bizler Cenabı Hakk’ın verdiği nimetleri sevmeden  O’nu bulamayız.” 

Hz. Şahı Nakşibend  efendimiz bir şeye sevgisi olmayanlara ders vermezmiş. Gelene sorarmış “Bir şeye muhabbetin var mı, bir şeyi seviyor musun?” Biri “Efendim ben yeşillik yerleri çok severim.” Biri de “Efendim benim bir buzağım var, onun alnında bir işaret var, ben o buzağıyı seviyorum.”  Gel, demiş ve onlara ders vermiş. Bir kimse de “Ben bir şey sevmem.” deyince “Sen bu işi beceremezsin. Bu iş senin değil.” diyerek  ona da ders vermemiş. Sana  güle güle eğer sevgin yoksa bu iş olmaz, demişler. O yüzden sevgimiz olmalı sevgi olmadan bir şey olmuyor. 

İşte bu sevgileri yönlendirmemiz gereken hedefi iyi belirlemeliyiz. Bir şeyleri sevgisiz yaparsak o yaptığımız şeyler bize yük olur. Her ne yaparsak sevgiyle yapalım eğer kalbimiz sevgisiz ise onu bu sevgilere mühürlemiş isek bunu hemen sahibine teslim etmeliyiz ki o kalp kapımız açılsın. Misal evimizin anahtarı kaybolsa veyahut kapının arka tarafında kalsa ne yaparız, mutlaka bir çilingir getirttiririz. O çilingir kapıyı açar biz de evimize gireriz. Her şeyin mutlak bir ustası vardır. Kalbimizin ustası da Allah dostlarıdır. 

Cenabı Peygamber Efendimiz buyuruyor: “Kişi sevdiği ile beraberdir.” O’nunla beraberliği yakalayabilmemiz için irfan mektebine gitmemiz lazım. Doktor olmak için tıbba gidiyoruz, avukat olmamız için hukuka gidiyoruz, öğretmen olmak için eğitim fakültesine gidiyoruz. 

Bu mektep irfandır hocası Hızır,
Mekandan münezzeh her yerde hazır,
Okurlar ledün ilmini olurlar hazır,
Gafil ne bilsin baki canan var.

Evet, ebedi olan bir sevgili var. Şair diyor: “Mecnun bulmuş Mevla’yı, neylesin Leyla’yı” Bizim de Mevla’yı bulana kadar Leyla dememiz lazım. Belki meselenin özeti burada: Ne yaparsak yapalım sevgi ile yapalım.

Ya Rabbi sev bizi, sevdir bizi, sevindir bizi, sevdiğin kulların arasında, onların gönüllerine yazılanlardan eyle, amin.

 

Yazar: Gönül Pınarından

 

Pazar, 01 Ocak 2017 00:00

ERTELEYENLER HELAK OLDU

erteleyenler helak oldu

Erteleyenler Helak Oldu - Genç Fidanlar

Sayı : 105 - Ekim 2016

 

Erteleyenler Helak Oldu

 

Allah’a (cc) sonsuz hamd, Rasülü Muhammed’e salat ve hak dostlarına selam olsun. Allah hepimizi şeytanın ve şeytana asker olup şeytanlaşmış insanların şerrinden muhafaza buyursun. Amin! 

Bir hadisi şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Daha vakit var ileride yaparım demek şeytanın müminlerin kalplerine bıraktığı bir vesvesedir.”

Ertelemek aslında çağımızın en büyük hastalığıdır. Ve şöyle geriye dönüp bir bakalım şimdiye kadar neleri erteledik. Vakit var daha sonra namazımı kılarım, daha sınava çok var sonra çalışırım, haftaya hallederiz, şu dizi bitsin ne acelesi var. Ve bu varlar, daha sonralar bizler yaşadığımız sürece peşimizi bırakmayan susturamadığımız nefsin sesidir. Kişi kendinin doktorudur, kendimizi iyi tahlil edelim. Herkesin bir yerlere sıkıştırdığı sonralar muhakkak vardır.

Hayat meşgalesi, yarınlar, bizlere ölümü dahi unutturuyor, hatta hiç olmamış gibi yaşamaya devam ediyoruz. Hz. Ali efendimiz buyuruyorlar ki: “Kalbindeki ilk sırayı Allah’a vermezsen hem ilk sıradakini hem de Mevla’yı kaybedersin.”

Şimdi bizler sonraya bırakıp ilk sıraya aldığımız dünyevi işlerimize bir bakalım. Misal: Namazımızı erteledikçe erteliyoruz şunu yapayım, bunu yapayım derken kalbi ve zihni doldurduktan sonra namaz kılıyoruz. Erteliyoruz, önemsemiyoruz. Sonra namaz beni eğitmedi, dilimden gıybeti kalbimden hasedi almadı deyip ahlanıp vahlanıyoruz. Bilmiyoruz ki; dolu bir bardak nasıl ki su almıyorsa dolu bir kalp de iyiliği ve güzellikleri almaz. Bunları kendi yaşantımızda çoğaltabiliriz.

Eğer dünya şu an bu durumdaysa bilmeliyiz ki bizim ertelemelerimiz yüzünden olmaktadır. Buyrulduğu üzere her yarım bırakılan işin başın elbette bir başkası geçecektir. Bizler kendimizden, yaşantı ve duruşumuzdan taviz vere vere bu kendini bilmezler vata, millete ve hatta Allah’a ihanet etme cesaretinde bulundular.Ben bilmem yapamam şöyle desem ne derler psikolojisi onları konuşmaya davet etti. Öyle erteledik öyle sustuk ki, onlar bizim yerimize bile konuştular.

Hâce Hz. (ksa) şöyle buyuruyorlar: “Mümin uyanık olmalı, uyanıklıktan kasıt göz değil gönül uyanıklılığı. Şimdiki savaşlar top tüfek savaşı değil kültür savaşıdır. Ertelediğimiz okumadığımız kitaplar bizleri cahilliğe mahküm etti. Ve sustuk.

Gafil insanlar hayırlı bir iş için bugün dursun yarın başlarım der ve böylece kendini kandırır durur. Bilmez ki bugün dünün yarınıdır. Bugün ne yapmıştır ki yarın ne yapsın? Eğer hemen değilse ne zaman? Başlamak, bitirmenin yarısıdır. Sözünü unutmayalım.

Peygamber Efendimiz bir hadisi şerifte buyuruyorlar ki: “Yarıncılar helak oldu.”

Boşuna geçirdiğimiz yıllar aklımıza geldikçe içimizi bir hüzün ve pişmanlık kaplar sardığını hissederiz. Derken geriye kalan ömrümüzü de geçmişte ertelediğimiz en önemli görevimiz olan Allah’a kulluk vazifemizi yerine getirme telaşı içerisinde geçiririz. Tabi ki bu da ancak böyle bir hatanın anlaşılmasıyla mümkün olabilir. Hastalığın teşhisini kişi koyduktan sonra elbette ki manevi doktoruna başvurmalı ve itaat etmelidir. Tamam, yarın, sözü şimdiye dönmelidir. Şimdi kelimesi hayat düsturu olarak benimseyebilmeyi Rabbim nasip etlesin.

Büyükler şöyle ifade buyuruyorlar: “Dün geçti yarın meçhul an bu an şimdi ki zaman.” Geçmişteki hatalarımıza yapabileceğimiz tek şey samimi bir tevbe ve tekrarlamaktan Allah’a sığınmaktan, başka bir şey yapamayız. Dün için ahlanırsak bugünü de ertelemiş oluruz.

Yüz yıllardır insanlar öyle bir hale gelmişlerdir ki maneviyatı bırakmışlar tamamıyla maddiyata yönelmişlerdir. Halbuki maneviyat, toplumları ayakta tutan ilahi bir kuvvettir. Biz müslümanlar değerlere sahip çıktıkça birlik beraberliğimizi idame ettirebiliriz. Allah (cc) büyüklerimizin hürmetine bu gök kubbeyi ayakta tuttuğu gibi mü’min kullarının kalplerindeki imanı o büyüklerin manevi nazarlarıyla takviye etmekte ve diri tutmaktadır. Böyle nazarlardan mahküm olan kalplerde nefsin, şeytanın arzu ve istekleri cirit atmaktadır. Maneviyatın yerini tamamıyla maddiyat aldığı vakit her türlü kargaşalık zuhur eder. Bu kargaşayı en yakın tarihimizde görmüş olduk. Ve anladık ki isimleri, rütbeleri ne olursa olsun onları kurtarmadı, asıl sıkıntı bir şey olmaktı. Albay, yarbay v.b daha neler neler oldular da bir mü’min olamadılar. İsminin önü ne kadar kalabalık olursa olsun hepsini silen bir kudret kalemi vardı. Onlar bunu unuttular ve unuttuklarını da unuttular, ertelediler ama hakimiyet yanlız O’nun olan Hz. Allah unutmadı. 

Aslında yaşanan bu olaylar mahşer meydanı gibiydi, bizler bunu kendimize çevirirsek nefse ve şeytana uyduğumuz vakit isyankarlardan olacağız ve elimizde sadece gafletle yaptığımız bütün ibadetler silinecek sadece boşa geçirdiğimiz koça bir ömür kalacak. Adımız işimiz ne olursa olsun bilmeliyiz ki bizler sadece aciz ve günahkar bir kuluz.

Şimdi kendimizi hesaba çekme günü, nefse darbe günü, evet gün bugün yarın yok. Bu anlayışla yaşarsak keşke lerimiz ve ertelediğimiz bir şeyimiz kalmaz, inşaallah. Rabbim bizleri yarıncılardan etmesin, bizleri kendilerine kul kabul buyurup, büyüklerin nazarında bulunmayı nasip eylesin ve bizleri nefsimizle baş başa bırakmasın.

Amin.


Ölüm kuşu başucumda,
Döne, döne konar bir gün.
Hayat denen yağlı kandil,
Yana, yana söner bir gün

Hâce Hz. (ksa)

 

Yazar: Genç Fidanlar

 

Perşembe, 01 Aralık 2016 00:01

MELEKLERİN SIFATLARI

meleklerin sıfatları

Meleklerin Sıfatları - Mine ŞİMŞEK

Sayı : 105 - Eylül 2016

 

Meleklerin Sıfatları

 

Esselamu aleyküm ve Rahmetullahi ve berakatühü. Bu ayki yazımızda meleklerin özelliklerini yani görevlerini yaradılış sebeplerini ve sıfatlarını yazmağa çalışacağız inşallah.

Gördüm göğün melekleri, her biri bir işte imiş.
Bulutlara hüküm süren, yağmur olup yağan benim.
Gördüm deyip değil gören, bildim deyip değil bilen.
Bilen o dur gösteren o, aşka esir olan benim.

Yunus Emre

Cenabı Hak (cc) melekleri yaratmıştır ve Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde zikretmiştir. İmanın şartlarından biri de “Meleklere inanmak”tır. Biz melekleri göremiyoruz, fakat inanıyoruz nasıl ki akıl dediğimiz şeyi göremiyor ve var olduğuna inanıyorsak veya da (Sevinç, üzüntü, ağrı, sızı, hüzün) vs. gibi, gözle görülmeyen bu duyguları hissedebiliyorsak, inanıyorsak, meleklerin varlığına yanımızda her an bizimle olduklarına da inanmaktayız elhamdülillah.

Melekler ile ilgili Kur’an-ı Kerim’in doksan üç ayeti kerimede zikredilmekdedir. Bunlardan birkaçını örnek verecek olursak şunlardır.

“Sizi yarattık sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: “Ademe secde edin” dedik. Hepsi secde ettiler, yalnız iblis edenlerden olmadı.”(A’raf, 11)

“İnsanın arkasında ve önünde Allah’ın emriyle onu koruyan yaptıklarını kaydeden melekler vardır.” (Ra’d, 11)

“Hiçbir nefis yoktur ki üzerinde gözetleyici (denetleyici) melek bulunmasın.” (Tarık 4)

“Arşı yüklenen bir de onun çevresinde bulunanlar melekler rablerine hamd ile tesbih ederler ona iman ederler.” (Mümin, 7)

“O gün gök yüzü beyaz bulutlar halinde yarılacak ve melekler bölük bölük indirilecektir.” (Furkan 25)

“Gerçekten Allah ve melekleri peygambere salat ederler. Ey iman edenler siz de ona teslimiyetle salat ve selam edin.” buyrulmuştur. (Ahzab, 56)

MELEKLERİN SIFATLARI

1) Melekler akıllı ve şuurlu varlıklardır. Erkek ve dişilikleri yoktur, yemez içmez uyumazlar cinsi münasebetleri yoktur, nurdan yaratılmışlardır. Yorulmak usanmak bilmezler bir anda uzak mesafelere gidebilirler.

2) Hepsi Allah’ın (cc) emrine itaat eder ve hiçbir zaman ona itaatsizlik işlemezler.

3) Allahu Teala (cc) tarafından çok önemli ve çeşitli vazifeler üstlenmişlerdir. Bir gurubu insanı tehlikelerden korur, bir gurubu savaşlarda müminler için Allahın imdatçıları, bir gurubu azgın kavimleri azap ve cezalandırma memurlarıdır. Bir gurubu vahiy elçileri olup vazifeleri Allahın emirlerini ve semavi kitapları peygamberlere ulaştırmaktadır.

4) Meleklerin farklı dereceleri vardır ve hepsi bir seviyede değillerdir.

5) Sürekli Allah’ı (cc) zikretmekte ve ona hamt etmektedirler.

6) Bazen insan şeklinde ve bazen de başka bir şekilde peygamberlerin ve ya hazreti Meryem (as) gibi liyakatli insanların gözüne görünürler.

Melekler nurani varlıklardır, sevgili peygamber efendimiz (sav) meleklerin varlığını onların her an bizimle beraber olduklarını ve onlara karşı evlerimizde yalnız olsak bile edepli olmayı birçok hadisi şeriflerinde bizleri güzel buyrukları ile uyarmışlardır. Yine Peygamber efendimizin (sav) ümmetine ramazan da sahura kalkan kimselere, sofrasında sirke ve misafir bulunan kişilere kuranı kerim hatmedenlere, meleklerin dua ettiğini bildirmiştir. Ayrıca Müslim, Buhari’nin hadisin de Peygamberimiz (sav) seferden dönüşü evlerinin kapısında kuş resimli perde asılı olduğunu görünce içeri girmiyorlar. Ayşe validemiz Allah ondan razı olsun.” Ya Rasulallah.. ! Allah ve Rasulü’ne tövbe ederim ne günah işledim ki?.” Deyice. Efendimiz (sav) perdeyi kaldırıyor ve: ” İçinde resim bulunan eve (rahmet) melekleri girmez.” Diye buyuruyorlar. Duyduğumuz hadisi şerifler adeta bizlere doktorumuz tarafından reçete de yazılı olan ilaç misali bizlere manevi zenginlik ve şifa olabilir düşüncesi ile elimizden geldiği kadar uygulamaya çalışmalıyız. 

Peygamberimiz Efendimiz’den (sav) meleklerle ilgili bir kaç hadisi şeriflerden örnekler verecek olursak:

“Bir cemaat Allah’ın (cc) evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın (cc) kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse üzerlerine sekinet iner ve onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allahu Teala da kendi nezdin de bulunanları arasında anar.” (Müslim, Zikir, 38) (Ebu Davud, Vitir, 14) (Tirmizi Kıraat, 12) (İbni Mace, Mukaddime, 17) 

“Çıplaklıktan sakınınız zira yanınızda sadece helaya girdiğiniz zaman ve erkek hanımına sokulunca ayrılan melekler var. Onlardan utanın ve onlara saygı duyun.” (Tirmizi, Edep,2801)

“Okuyucu amin deyince sizde amin deyin, zira melekler amin der. Kimin amin’i meleklerin aminine tevafuk ederse geçmiş günahları af edilir.” (Buhari, 2539) 

“Kardeşinin gıyabında dua eden hiçbir mümin yoktur ki melekler: “Bir mislide sana olsun.” demesin.” (Ebu Davud, 1788)

“Nefsim kudretinde olan zülcelal’e yemin ederim ki bir erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse, kocası ondan razı oluncaya kadar semada olan melekler ona gadab ederler.”(Hadis no, 3295)

“Gece melekler ile gündüz melekleri sabah ile ikindi namazlarında bir araya gelirler. Allah bu meleklere: “Kullarım ne yapıyorlar?”diye sorar. Melekler: “Onlara vardığımızda namaz kılıyorlardı, ayrıldığımızda namaz kılıyorlardı .”derler. (Buhari ezan, 31) (Mevafik , 16) (Nesai Salat, 21)

Cabir ibni samura (ra) rivayetinde: Rasulullah “Meleklerin rableri indinde saf tutmaları gibi sizde saf tutmaz mısınız.” dedi. biz de: “Melekler nasıl saf tutarlar.”dedik “Onlar ön safları tamamlarlar ve safta muntazam dururlar” Buyurdu. (Hadis no, 28-21)

”Benim yer ehlinde iki vezirim gök ehlinde de iki vezirim vardır. Yer ehlindeki iki vezirim Ebu Bekir (ra) ve Ömer (ra) dır. Gök ehlindeki iki vezirim Cibril (as) ve Mikail (as) dır.” (Tirmizi Menakıb, 16)

Cebrail (as) ve görevi: Vahiy meleğidir peygamberlere emir ve yasakları indirmekle görevli bir melektir.” Cibril emin” denir. Meleklerin mertebe olarak en yükseğidir, “Mukerrebun” meleklerindendir, yani Cenabı Hakka (cc) daha yakındır.

Ayeti kerimede Cenabı Hak (cc): ” Deki Cebrail’e kim düşman olursa şunu iyi bilsin ki Allahın izniyle Kur’an-ı senin kalbine önce gelenleri tasdik edici bir hidayet ve müminler için bir müjde olarak o indirmiştir.” (Bakara, 97) ve

“Muhakkak o Kur’an şüphesiz değerli güçlü ve arşın sahibi, indinde itibarlı bir elçinin Cebrail’in getirdiği sözdür. O orada sayılan güvenilen bir elçidir.” (Tekvir, 19-20)

Mikail (as) ve görevi: Rızık taksimiyle ilgili bir melektir, rüzgarların esmesi yağmurun yağması, nebadatın yeşermesi...

Ayeti kerimede: ” Her kim Allaha meleklere peygamberlere ne Cebra ile ve Mika ile düşman olursa bilsin ki Allah ta inkar edenlerin düşmanıdır.”(Bakara, 98)

İsrafil (as) ve görevi: Sura üfremek ile görevli bir melektir iki kere sura üfleyecektir, birinci üfleyiş Cenabı Hak (cc) hariç her şey ölecek, ikinci üfleyişte her şey tekrar yaratılacaktır, ikinci üfledikten sonra ahiret alemine başlanacaktır.

Ayeti kerimede: “Sura üfürülünce, Allahın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ne varsa hepsi ölecektir, sonra ona bir daha üflenince birden onlar ayağı kalkmış bakıyor olurlar.”(Zümer, 68) 

Hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sav):”Allah göklere yeri yaratmayı bitirdikten sonra suru yarattı ve onu İsrafil’e verdi. İsrafil’in birinci üflemesi ile yer ve gökteki bütün canlılar ölecektir ve dünya hayatı sona erecektir. İkinci defa üflemesiyle de bütün canlılar dirilecek ve ahiret alemi başlayacaktır, surun ilk üflenilişine “Nefha-i saniye “denilir. İsrafil (as) sura üfleyeceği için “Sur meleği “denilmiştir.”buyurdu. (Tebari Cemiu’l Beyan, 16-25)(Ahmed b. Hanbel, 2-196)

Azrail as ve görevi: Kuranda “Melekül mevt” diye geçmektedir, eceli dolanların takdiri gelenlerin canlarını almakla görevlidir. Yardımcıları vardır bu işin asıl sorumlusu Azrail (as) dır.

Kuranı kerim de: “(Rasulüm onlara) deki sizin canınızı almaya vekil kılınan melekül mevt canınızı alacak sonra döndürülüp rabbinize götürülecek siniz.” (secde, 11)

Başka bir ayeti kerimede: “Nihayet sizden biriniz ölüm vakti geldiğinde hiç geciktirmeksizin elçilerimiz ruhlarını alırlar.” Diye buyrulmuştur.(Enam, 61)

Ebu hureyre (ra) rivayet ettikleri bir hadisi şerif de: “ Bir Müslüman muhtaras olduğu (can çekişme anına girdiği) zaman rahmet melekleri beyaz bir ipekle gelir ve şöyle derler: ”Sen razı ve sendende rabbin razı olarak şu bedenden çık, Allahın rahmeti ve gadabı olmayan rabbine kavuş.” Bunun üzerine ruh misk kokusunun en güzeli gibi çıkar, öyle ki melekler onu birbirlerine verirler ta semanın kapısına kadar onu getirirler ve: ”Size arzdan gelen bu koku ne kadar güzel !” Derler. Sonra onu müminlerin ruhlarına getirirler onlar onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyin kendisine geldiği zamanki sevincinden daha çok sevinirler…”Buyurdu. (Hadis no, 5420)

Kiramen katibin melekleri ve görevleri: Yazıcı ve ya katip meleklerdir. Kuranda “Rakib ve Atid “diye isimlendirilmiştir.(Kaf, 18).(O bir söz söylemeye dursun mutlaka yanında yazmaya hazır bir gözcü vardır.) İnsanların sağ ve solunda olmakla beraber amel defteri denildiği deftere yaptığı iyi fiilleri ve kötü fiilleri yapmakla görevli iki melektir.

Cenabı Hak (cc) bir ayeti kerimede hafaza ve yazıcı melekleri, ikisini beraber zikretmiştir:” Muhakkak sizin üzerinizde hafız gözetleyici (koruyucular) var. Kiram değerli katipler ne yaparsanız bilirler.”Buyurmaktadır. (İnfitar, 10-11-12)

Başka bir ayeti kerimede:” İki melek insanın sağında ve solun da oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. İnsanlar hiçbir söylemez ki yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kaf, 17) 

Hemele-i Arş melekleri ve görevleri: Birde arşı taşıyan melekler vardır ki kuranı kerimde şöyle zikredilmektedir: ”Arşı yüklenen birde onun çevresinde bulunanlar melekler rablerine hamd ile tesbih ederler ona iman ederler.” (Mümin,7)

Başka ayeti kerimede:“ O gün gök yarılmış sarkmıştır, meleklerde onun etrafındadır, o gün rabbinin arşını bunlarında üstünde sekiz melek yüklenir. Bu melekler “ Sübhanellahi vebi hamdihi” diyerek arşı tavaf ederler.”(Hakka, 16-17)

Kabirde sorguya çeken iki melek ve görevleri: İsimleri “Münker ve Nekir” dir.Kul kabre girince onun yanına gelip “Rabbin kimdir ?” ”Dinin nedir ?” vs gibi sorular sorarlar, bununla ilgili hadisi şerifler vardır şunlardır.

Enes (ra) rivayet etmiştir:”Kul kabre konulup ondan ayrılınca ki o geri dönenlerin ayak seslerini işitir, kendisine iki melek gelir onu oturtup: ” Muhammed (as) denen kimse hakkında ne diyorsun?” Mümin kimse soruya “O Allahın kulu ve elçisi dir.” Diye cevap verir. Sonra kabri yetmiş çarp kadar genişletilir.” Buyurdu. ( Kütübi Sitre, Tirmizi Cenaiz,70) ve “Ölü kabre konulduğunda defnedildikten sonra, kardeşiniz için Allahtan mağfiret dileyiniz. Çünkü o şu anda sorguya çekilmektedir.” (Ebu Davud Cenaiz ,67)

Hazene-i Cennet ve Hazene-i Cehennem isimlerinde vazifeli melekler vardır bunlar: ”Rıdvan” Cennetle görevli olan cennette ki işlerin çevrilmesinde sorumlu olan melektir.”Malik” ise Cehenneme girecek olan kimselerle ilgilenen ve orada görevli olan meleklerin başıdır. Cehennemde azap melekleri olarak görevli melekler kuranı kerimin bir çok yerinde ( Ezzebaniyye) şeklinde yazılır, onların melek olduğunu özellikle belirtilmiştir.

Ve ayrıca diğer melekleri de kısaca yazmaya çalışırsak: El mukerrebun iliyyun isimli melekler vardır. ayrıca sokaklarda zikir yapan dolaşan melekler vardır.(Buhari Devaat, 66) Mümimlere rahmet okumakla görevli melekler vardır.(Tirmizi ilim, 19) Sadece Allaha hamt ve secde etmekle görevli melekler vardır. ve Kişiye kalplerine doğruyu gerçeği ilham etmekle görevli melekler vardır.(Tirmizi tevsir, 3) Her gün sabah ikindi namazlarında müminlerle beraber olmakla görevli melekler vardır.(Buhari Mevakit, 16) Kuran okunurken yeryüzüne inen melekler bulunmaktadır .(Buhari Kuran, 15)

Ya Rabbi ! (cc) yaratmış olduğun meleklerinin hürmetine dualarımızı katında makbul buyur. Sana layık olmayan aciz elimizden geldiği kadar yapmaya çalıştığımız senin katında salih amellerimizi bize dost ve arkadaş kıl, öğrenmeğe gayret ettiğimiz sohbetleri, ilmi ve Kuranı bize kabrimizde arkadaş, mahşerde şahit, sırat da nur et. Kabrimizi cennet bahçesi eyle cehennem çukuru olmaktan muhafaza et. Kabrin yalnızlığından münker nekir’in heybetinden sana sığınıyoruz, bizleri kabir azabından karanlığından koru. Kuran hürmetine, bin bir ismin hürmetine (Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail (as) ) hürmetine son nefesimizde iman ile ölebilmeyi sorgumuzun kolay geçebilmesini tüm ümmete nasip et.

 

Yazar: Mine ŞİMŞEK

 

insan neye meylederse

İnsan Neye Meylederse Neyi Severse Mabudu Odur - Gönül Pınarından

Sayı : 105 - Eylül 2016

 

İnsan Neye Meylederse Neyi Severse Mabudu Odur

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın (cc) adıyla…

Allah’ın salat ve selamı Efendimiz Hz.Muhammed’e (sav), âline ve ashabına olsun. Her türlü övgü ve hamd yalnızca Allah’a mahsustur.O Allah ki zatının zikredilmesiyle kalplerin kilitlerini açar… Bizleri tevhid ehlinden yaptığı için Allah’a hamd ederiz. Bizlere olan nimet ve ihsanlarını arttırmasını ümit ederek O’na (cc) şükrederiz. Kullarının en şereflisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (sav), Allah’ın (cc) bol fadlına ve ihsanına nail olmuş olan ailesine, ashabına selat ve selam ederiz.

Mevlana Hace Hazretleri bir sohbetlerinde buyurdular: “Neyi seversen osun. Değerin sevdiğin şey kadardır.” Cenabı Hakk’ı sevmek, O’nu tanımak ile olur. O’nu tanımadan O’nu sevemeyiz. O’nu nasıl tanıyacağız?... O’nu O’nun kitabından, peygamberinden ve dostundan tanımaya gayret edeceğiz.

Cenabı Hak insanı sevgi mayası ile yoğurmuştur; bu yüzden insan sevginin tecellisidir. İnsan bu sevgi ile birçok şeye meyleder. Gördüğü birçok şeyi sever ama o meylettiği şeylerle imtihan olur.

Sevgi iki türlüdür. Biri, fani olan şeylerin sevgisi; diğeri ise bâki olan zatın sevgisi. Fani olan sevgilere heves denir. Belirli bir zamandan sonra bu sevgi ya azalır ya da yok olur. Bâki olan zatın sevgisi ise onu tanıdıkça çoğalır. 

Cenabı Hak  Furkan Suresi 43. ayeti kerimesinde: “Kötü duygularını-hevasını kendisine ilah edinen kimseyi görmedin mi? Artık ona sen mi vekîl olacaksın?” buyruluyor. 

Sen (Ey Rasulüm!) ona koruyucu olabilir misin, onun ilahı hevası olmuş, onu görmez misin? Baksan dili bir papağan gibi …iyyake na’budu…(sana ibadet ediyorum, sana ibadet ediyorum) diyor.

İbadetimizin niçinlerini belirledik mi acaba? Niçin ibadet ediyoruz? Hiç sorduk mu kendimize kimin huzurundayız? Sevdiğimizin diyebiliyor muyuz? Kimin için rükuya gidiyoruz? Kimin için secde ediyoruz? Bizi ibadete sevk eden şey Allah’a duyduğumuz bir arzu, mutlak bir ihtiyaç, sonsuz bir sevgi, O’nsuz olamayacağımıza inandığımız için mi? 

Bizler kimin kuluyuz? Nefsin kulu mu, dünyanın kulu mu yoksa gerçekten Cenabı Hakk’ın kulu mu? Kimin kulu olduğumuzu tesbit etmemiz lazım… Neyi seviyorsan onun kulusun. Eğer bizim masivaya, nefsin arzularına- şehvetlerine-şöhretlerine muhabbetimiz, sevgimiz varsa bizler onların kuluyuz demektir. Meylimiz sevgimiz onlara ise onların kuluyuz demektir... Bunları terk etmemiz lazım ki gerçek sevgiliye vasıl olalım. Kulunun sevgisi neye ise Cenabı Hak da onu ona verir. Kul sevgisini neyin üzerinde yoğunlaştırırsa onu sever. Eğer Mevlayı istiyorsak Mevlayı buluruz. 

Cenabı Hak her şeyi kısım kısım yaratmıştır. Beş parmağımızın  beşi ayrı ayrıdır. Kul iradesini neye sarf ediyorsa Cenabı Hak da onu  ona veriyor. Misal bakıyoruz herkes bir şeylere meyletmiş, bir şeylerin ucundan tutmuş yol alıyor. Erkek çocuklarının futbola olan sevgisi, bazı insanların dünya sevgisi, bazılarının boş ve manasız olan şeylere sevgileri… Şurası kesin, sevdiğimiz şeylerle mutlaka imtihan olunuruz. Hz. Yakub (as) Yusuf’unu çok sevdi, onunla imtihan oldu. Hz. Züleyha Yusuf’u çok sevdi, onunla imtihan oldu. Hz.Yusuf aynaya baktı “Bu güzelliğin bedeli var mı bu dünyada?” dedi. Üç beş kuruşa Mısır’da köle olarak satıldı… 

Gerçek sevgiliyi bulursak O’nda fani olursak… bunda samimi olacağım, gayret edeceğim dersek Cenabı Hak mutlak bizlere yolunu açacaktır. O zaman bizim gözümüzü, gönlümüzü, sırrımızı kendi sevgisine açacaktır. Kalbimizi kendi nuruyla dolduracaktır; çünkü Hakk’ı tercih edemediğimiz halde bizi bu kadar nimetleriyle donatıyor, O’nu (cc) istesek kendi sevgisini-rızasını vermez mi?

Sen Allah’ı seversen
Allah seni sevmez mi?
Emrince hizmet etsen
Hakk ecrini vermez mi?

Sen rıza kapısında
Aman Allah’ım dersen,
O alemler sultanı
Lebbeyk kulum demez mi?

Fakat böyle bir derdimiz yoksa dünyayı istiyorsak, boş şeyleri istiyorsak…ne olur? O zaman da yine verdikçe verecektir, madem istiyorsun al bakalım diyecek sonra da neticesine katlanmak zorunda kalacağız. Bunu günümüzde görüyoruz. Çünkü O Rahman’dır Rahim’dir. O merhametlilerin en merhametlisidir. Kuluna istediğini verendir. 

Cenabı Hak kendini gönül evine gizlemiştir ve o evin anahtarı sevgidir. Hayatın en değerli anı  O’nun (cc) sevgisiyle beraber yaşamaktır. Gönlümüzü Rabbimizin sevgisinden başka bir sevgiye açık tutmamalıyız. Evin sahibini rahatsız etmemeliyiz, kendimizden uzaklaştırmamalıyız; çünkü aşık ile maşuk buluştuklarında isterler ki onlara güzel bir yer olsun, sadece ikisi olsun. 

Sevgi insanda birçok şeyi değiştirir. Misal genç bir kız eşine olan sevgisinden dolayı bazı huylarını, ahlâkını terk etmiyor mu?... Baba evinde çok şımarık olan kız eşinin evine gidince hanım hanımcık bir kız olmuyor mu? Niye? Çünkü arada sevgi var. Eşini üzecek onu kıracak hal ve davranışlara onu sevdiği için çok dikkat ediyor. 

Ecdadımızın sevgi hakkında “Sevilmeden yenilen aş, ya karın ağrıtır yahut baş.”, “Sevilmedik gelinin selamı ağır gelir.”, Sevince her şey güzeldir.”… gibi kimi incilerini nakledebiliriz. Bir aşığın dilinden sevgi, sevene “Yiğidim ya sana gücüm yetmiyor.” dedirtmiştir. 

Sevgilerin en çirkini ise O’nsuz yaşamaktır. Allah’tan (cc) uzak yaşamaktır. En büyük imtihan ise bu olsa gerek. Hace Hazretleri buyurdular: “Sevgi iki türlüdür. Birisi zatîdir. Diğeri bilfarzdır. Hubbu zâti yalnız O’nu sevmektir. Allah’ın zatının aşkıdır. O’na yöneliştir. Hubbu bilfarz ise sevgiliye ait olan şeyleredir. Her ne kadar sevgilinin yani sevilmesi gereken zâtın sevdiği şeyleri sevse de asıl sevilmeye müstehak olan varlığa-sevgiliye sevgisi yoktur. Onun sevdası aradaki şeyleredir.” Hace Hazretlerinin bu buyruğunu değerlendirdiğimizde asıl sevilmesi gereken zatı sevmek,  O’nun (cc) bize verdiği bu nimetleri de  O’ndan geldiği için sevmek gerekir. Sevdiğimiz gönül verdiğimiz şeyleri de bize lütfeden O’dur(cc). Gerçek bir sevgi ile sevebilsek… İşte o sevgi tüm dertlerin ilacıdır.

Cenabı Hak Rahman ve Rahim sıfatları hürmetine, bizleri gerçek sevgiye eriştirsin. Razı olmadığı halimizi, kavlimizi, sevgimizi  güzel olan hal ve davranışlar ile değiştirmeyi cümlemize lütfeylesin. Allah’a emanet olun, selam ve dua ile.

 

Yazar: Gönül Pınarından

 

Perşembe, 01 Aralık 2016 00:03

DİL VE AFETLERİ

dil ve afetleri

Dil ve Afetleri - Şeb-i Vuslat

Sayı : 105 - Eylül 2016

 

Dil ve Afetleri

 

Hamd Rabb’ul Âlemin olan Allah’a (cc), güzel akıbet ise O’ndan sakınan muttakilere mahsustur. Salat ve selam Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav), alinin ve ashabının üzerine olsun.

Kıymetli kardeşlerim; yaklaşık yedi yıldır sizlerle Peygamber Efendimiz’in hanımlarından başlayarak, sahabe annelerimizin hayatlarını elimizdeki kaynaklar ışığında nakletmeye çalıştık. Rabbim ömür verir de nasip olursa, bu aydan itibaren dilin afetlerini işlemeye çalışacağız. İmam Gazali Hazretleri İhya’sında, dilin afetlerini yirmi ana başlıkta toplamış. Bizler de elimizdeki bu kaynak ve diğer eserlerden faydalanarak, bu afetleri sizlere aktarmaya gayret edeceğiz. Dilin afetlerini tarif ederek, sebeplerini, felaketlerini, bunlardan sakınma yollarını, ayet, hadis ve büyüklerin sözleriyle nakletmeye çalışacağız.

Sırayla işleyeceğimiz konular şöyle:

Susmanın fazileti,

Malayani ve fuzuli konuşmanın afeti,

Bâtıl sözlere dalmanın, mücadele ve münazaranın, birbiriyle çekişmeye girmenin, yapmacık ve süslü sözlerle edebiyat yaparak konuşmanın afetleri,

Fasih konuşanların ve konuşma iddiasında olanların içine düştükleri âfetler,

Kötü sözün, sövmenin, kötü konuşmanın, hayvana, eşyaya ya da insana lanet etmenin, şiir ve nağmeli sözlerin âfetleri,

Mizah yapmanın, alay etmenin, sırrı ifşa etmenin, yalan vaadin, yalan konuşmanın, yalan yere yemin etmenin âfetleri,

Yalanın, gıybetin, dedikodunun, birbirine düşman iki kişinin arasında gidip gelip, diğerinin aleyhine her birinin hoşuna giden şeyler söyleyerek iki dil kullanmanın, övmenin âfetleri,

Özellikle Cenabı Allah’ın sıfatları ve dinin temel esaslarıyla ilgili konularda konuşurken bilmeden içine düşülen afetler ve son olarak halkın, yersiz soruları.

Evet, yirmi madde halinde sıralanmış bu afetlerin ilki malayani. Fakat bu afetlere başlamadan önce dilin tehlikesi ve susmanın faziletini bilirsek afetler konusunda daha hassas oluruz inşaallah.

Dil, Allahu Teâlâ’nın (cc) büyük nimetlerinden ve çok harika lütuflarındandır. O, cüssesi küçük, ancak itaati ve günahı büyük bir organdır. Zira iman ve küfür dilin şahitliği ile belli olur, ortaya çıkar. İman itaatin, küfür ise isyanın zirve noktasıdır. Dil, mevcut olan olmayan, yaratıcı ve yaratılan, hayal edilen ve bilinen, zannedilen ve vehmedilen her şey hakkında konuşur; onları kabul veya inkâr eder. İlmin ulaştığı her ne varsa, hak ya da bâtıl, dil onu anlatır. İlmin de alanı çok geniştir; hemen her tarafa uzanır.

Dilin sahası geniştir, sınırı yoktur. Engel olacak bir şeyi de mevcut değildir. Dil, hayırda da şerde de geniş bir alana sahiptir. Dilin dizginini serbest bırakan ve ihmal eden kimseyi şeytan her yere götürür. İnsanları, yüzleri üstü cehenneme sürükleyen ancak dillerinin kazandığı günahlardır. Dilin şerrinden yalnız, onu İslam’ın edebiyle edeplendiren ve helal konuşmalarla sınırlı tutan kimse kurtulur. Edebe dikkat eden kimse, sadece dünya ve ahiret yönünden faydalı olan şeyleri konuşur, dinine ve dünyasına zarar veren şeylerden dilini tutar. İnsanın azalarından en çok günah işleyeni dildir. Zira o konuşmaktan yorulmaz, hareket etmesinde de meşakkat yoktur. Dil, insanları saptırmada şeytanın en büyük aletidir.

İmam Gazali buyuruyor ki; Şunu iyi bil ki, dilin tehlikesi büyüktür. Onun tehlikesinden ancak susarak kurtulmak mümkündür. Bundan dolayı yüce dinimiz, susmayı övmüş ve teşvik etmiştir.

Rasulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Susan (tehlikeden) kurtulmuştur.” Bir hadisi şerifi de şöyledir: “Susmak hükümdür (hikmettir), ancak yapan pek azdır.” Abdullah b. Süfyân (ra), babasının şöyle dediğini nakletmiştir: Rasulullah Efendimiz’e (sav); “Ey Allah’ın Rasulü! Bana İslâm›da öyle bir işten haber ver ki, onu yapınca bana yetsin, artık sizden sonra kimseye bir şey sorma gereği duymayayım.” dedi, Rasulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Allah’a iman ettim de, sonra (her işinde) dosdoğru ol.” Hz. Abdullah’ın babası Hz. Süfyân es-Sekafi demiştir ki: “Ey Allah’ın Rasulü, en fazla hangi şeyden sakınayım?” diye sordum; Rasulullah Efendimiz (sav) eliyle diline işaret etti.

Hz. Ukbe b. Amir (ra) anlatır: “Ey Allah’ın Resûlü! Kurtuluş nedir?” diye sordum; Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurdu: “Dilini muhafaza et, evin sana geniş olsun/hâcet dışında evinden çıkma ve hatalarına ağla.” Hz. Sehl b. Sa’d es-Saidi (ra), Rasulullah Efendimiz’in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “İki çenesi arasındaki dili ve iki bacağı arasındaki tenasül uzvunu haramdan koruyacağına söz verenin cennete gireceğine kefil olurum.” Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Midesinin, tenasül uzvunun ve dilinin şerrinden korunan kişi bütün kötülüklerden korunmuş olur.” İnsanların çoğu, bu üç organın aşırı şehveti sebebiyle helak olurlar. Konumuz gereği sadece dilin afetlerini zikredeceğiz.

Rasulullah Efendimiz’e (sav), “Ey Allah’ın Rasulü! İnsanları en fazla cennete koyan amel nedir?” diye soruldu. Rasulullah Efendimiz (sav) cevaben, “Allah’tan korkmak ve güzel ahlâktır.” buyurdu. ‘İnsanları en fazla cehenneme sokan şey nedir?’ diye sorulunca da, Peygamber Efendimiz (sav), “İçi boş olan iki şey, yani ağız ve tenasül uzvudur.” buyurdu. Ağızdan maksat ya dildir ya da karındır. Çünkü ağız, dilin bulunduğu yerdir. Ayrıca ağız, karnın beslendiği yerdir.

Hz. Muâz b. Cebel (ra), Rasulullah Efendimiz’e (sav), “Ey Allah’ın Resûlü, söylediklerimizden sorumlu tutulacak mıyız?” diye sorduğunda; Peygamber Efendimiz (sav), “Allah iyiliğini versin ey İbni Cebel. İnsanları yüzleri üstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin kazandığı günahtan başka ne olabilir? buyurdu.

Hz. Abdullah es-Sekafi (ra) anlatır: “Ey Allah’ın Resûlü, bana öyle bir iş söyle ki, onu yaptığımda bana yetsin.” dedim. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Rabbim Allah’tır de, sonra dosdoğru ol.” Ben yine, “Ey Allah’ın Rasulü, benim için en çok korktuğun şey nedir?” diye sordum, Peygamber Efendimiz (sav) mübarek dilini tutarak, “budur” buyurdu.

Hz. Enes b. Mâlik’in (ra) rivayetine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kulun kalbi doğru olmadıkça, imanı düzgün olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz. Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kimse cennete giremez”

Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Selâmet içinde kalmak isteyen, sükûttan ayrılmasın”
Hz. Ömer (ra) anlatır: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Dilini kötülüklerden alıkoyanın, Allah (cc) ayıbını örter. Öfkesine sahip olanı, Allah (cc) azabından korur. Allah’a (cc) yalvarıp da özrünü beyan edenin, Allah (cc) özrünü kabul eder.”

Hz. Muâz b. Cebel (ra), Hz. Peygamber Efendimiz’e (sav), “Ey Allah’ın Rasulü, bana bir tavsiyede bulun” diye istirham ettiğinde Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’a (cc), O’nu görüyormuş gibi ibadet et. Nefsini ölülerden say. Eğer istersen, bunlardan daha fazla sana sahip olacak şeyi haber vereyim.” Peygamber Efendimiz (sav) mübarek eliyle, diline işaret etti.” Hz. Ebu Hüreyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadisi şerifte Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden, ya hayır söylesin ya da sussun.”

Rasulullah Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Müminin dili kalbinin arkasındadır. Bir şey konuşmak istediği zaman önce onu kalbiyle düşünür. Sonra onu diline döker. Münafığın dili ise kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde onu diline döker, kalbiyle düşünmez”, “Çok konuşanın hatası çok olur. Hatası çok olanın günahları çok olur. Günahları çok olana da cehennem daha lâyık olur.”

Hz. Hasanı Basri (ra), “Dilini. muhafaza etmeyen, dinini idrak edemez/hakikatini bilemez.” demiştir.

Susmakta himmet/gayret toplanır, vakar/olgunluk devam eder. Tefekkür için, zikir ve ibadet için vakit bulunur. Bir de dünyada, sözün getireceği tehlikelerden ve ahirette hesabından emin kalır. Bu konuda yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: “İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında kendisini gözetleyen, konuştuğu sözleri zapt eden bir melek hazır bulunmasın.” (Kaf 18)

Evet, susmak dedik ama neye karşı susmak. Hakk’ın razı olmadığı durumlarda susmak. Yoksa hiç konuşmayalım anlamında değil. Peygamber Efendimiz (sav) “Din nasihattir.” buyurmuş. Yani sohbetleşin, birbirinize hakkı tavsiye edin. Büyüğümüz Hâce Hazretleri “Hakikatlerin İzahı” eserinde şöyle buyuruyorlar; “Konuşurken hizmet kastıyla konuşacağız. Susmamızı istemiyorlardı. Paylaşmamızı konuşmamızı, gördüğümü, yaşadığımız şeylerin-şahsımıza has olanlar müstesna, elbet her insanın özeli vardır, o ayrı- genel olan meselelerimizi paylaşmamızı istiyorlar. Bunları anlatın, bunları sohbetleşin, buyuruyorlardı. İlla ümmül kitap olmamız istenilmiyor. Bugün ehli imanın, ehli insafın, ehli irfanın konuşması panzehir hükmünde arkadaşlar. Ortada o kadar zehir var ki ve affedersiniz, gevezelik olsun diye konuşmayacağız. Hizmet kastıyla konuşacağız, “emir edepten üstün” diye inanıyorsak, bunun Rabbimizin bize bir emri olarak kabul edeceğiz. Bir yandan anlatıma devam ederken, bir yandan da yaşamaya azmedeceğiz.”

Gelecek ay devam edeceğiz inşallah.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

Dil Belâsı, Hüccetü’l İslam İmam Gazali, Semerkand Yayınları, 2011.

Tevzihu’l Hakâik – Hakikatlerin İzahı, Yakub Haşimi, Rahiaşk Yayıncılık, 2014

 

Yazar: Şeb-i Vuslat

 

 

gh logo           rahiask gri         rahiask logo             google play

Top
bursa escort , escort bursa , izmit escort , van escort